13 Kasım, Perşembe
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Gericilikten Emperyalizme: Mücadelenin Bütünlüğü

Gericilikten Emperyalizme: Mücadelenin Bütünlüğü

9 Eylül 2025
içinde Güncel, KOLEKTİF DOĞRULTU, Yazılar
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

Tüm devrimci mücadelelerin emperyalizme karşı açık ve net bir tutum almasının zorunluluğunu ve bu zorunluluğu sonuna kadar götürmenin yegâne bir sınıf tavrı olduğunu açıklamaya çalıştık. Çünkü emperyalizm, bütün gericiliklerin destekçisidir. Bu “destek” salt politik bir tavır ya da tercihten ibaret değildir; tersine, emperyalizmin özüyle uyumlu, zorunlu ve yegâne yönelimdir. Gericilik, emperyalizmin varlık koşuludur. Aynı zamanda devrim isteğini dünya halklarında yeşerten zemin de esas olarak bu gericiliktir. Dolayısıyla emperyalizm ile gericilik arasındaki kopmaz ve güçlü bağ kavranmadıkça devrimlerin gerçekleşmesi olanaksızdır.

Bu bağı etraflıca, hatta tarihsel olarak da açıklamak ve anlamak büyük önemdedir. Bu konuya özel olarak yoğunlaşmamızın birinci nedeni uluslararası komünist hareketin anti emperyalist birliğe yaptığı çağrı ve sunduğu yönelime sahip çıkmak ve ikinci neden de bir süredir dünya gündemini meşgul eden emperyalistlerin pazar savaşına hızla yaklaşması ve bu savaş olasılığı karşısında devrimci tavrın zeminini hazırlamaktır. 

Bu bağ yalnızca günümüzde değil, çağımızın başından beri esaslı tartışmaların konusu olmuştur. Özellikle Lenin ile Kautsky arasındaki ayrışmada açıkça görünür hale gelmiştir. Kautsky, “ultra-emperyalizm” teziyle kapitalist devletlerin ortaklaşa barışçıl bir birlik kurabileceğini ve böylece emperyalist savaşların önlenebileceğini ileri sürdü. Lenin ise bunun tam tersini savundu: Kapitalist tekeller arasındaki rekabet ve sömürge paylaşımı, emperyalizmin özüdür; bu nedenle emperyalist çatışmalar kaçınılmazdır.

Bu farklı yaklaşım, emperyalizm ile gericilik arasındaki bağın kavranmasında bir dönüm noktası olmuştur. Kapitalist devletlerin barışçıl bir birlik kurabileceği iddiası, kapitalist gelişmenin dünya çapında barışçıl bir ilerleyiş göstereceği yönünde “ütopik” bir yoruma dayanır. Karşı devrimcileşen Troçkist sapma da buradan beslenmiştir. Bu yaklaşım, emperyalist burjuvazinin çağ dışı kalmış rejimlerle, sınıflarla ve üretim ilişkileriyle kurduğu bağımlılık ilişkisini görmezden gelir ve hatta inkâr eder. Feodal kalıntıların etkinliğinin emperyalizmden beslendiği gerçeğini reddederler. Onlara göre kapitalist gelişme ile feodal kalıntılar aynı anda var olamaz. Oysa çağımızda kapitalist gelişme, emperyalist niteliği gereği, feodal kalıntılarla iç içe var olmakta ve onları kendi çıkarları için ayakta tutmaktadır. Biz feodal kalıntılardan söz ettiğimizde, emperyalizm çağının “muazzam” ilerlemiş ve dünya ölçeğinde yayılmış teknolojisine bakarak görüşümüzün yanlış olduğunu ileri sürenler, aslında ta Kautsky’den başlayan büyük bir sapmanın devamcıları olduklarının farkında bile değiller. Leninist ilerlemenin Maoist aşamaya evrilmesinde bu nokta belirleyicidir: Emperyalizmin, en gerici odaklarla, sınıflarla ve üretim ilişkileriyle kurduğu bağımlılık ilişkisini kavramak.

Bugün bu bağımlılık ilişkisinin inkârı, daha başlangıçta devrimi olanaksızlaştırır. Çünkü emperyalizmin “modern” görünümlü gelişme biçimi, gerici üretim ilişkilerinden bağımsız değildir; tersine, onları kendi varlığının koşulu haline getirir. Feodal kalıntılar, emperyalizm tarafından ayakta tutulur, beslenir ve yeniden üretilir. Bu gerçek kavranmadan, çağımızın devrimci görevleri de anlaşılamaz.

Oysa kapitalizmin, gelişmesinin belli bir aşamasında feodalizmle ve tüm kurumlarıyla uzlaşan, hatta birleşen bir yol izlediğini Marks ve Engels’ten beri biliyoruz. Burada, burjuvazinin kendi tarihsel ilerici görevini yerine getirmekten geri duruşunu, feodal güçlerle iş birliğini ve işçi sınıfı devriminden duyduğu korkuyu öne çıkarabiliriz.

Almanya deneyimi, burjuvazinin tarihsel rolünü nasıl yarım bıraktığını ve feodal kalıntılarla iş birliğine girerek gericiliği yeniden ürettiğini açıkça gösterir. 19. yüzyılda Almanya, geç gelişen kapitalist ülkelerden biriydi. Fransa’da burjuva devrimi feodal yapıları büyük ölçüde tasfiye ederken Almanya’da burjuvazi aynı cesareti gösteremedi. Bunun temel nedeni, Marks’ın söylemiyle sefil bir konumdaki burjuvazinin kendi devrimini gerçekleştirmek yerine işçi sınıfı hareketinden duyduğu korku oldu.

1848 Devrimi sürecinde Almanya burjuvazisi, feodal kalıntılara ve monarşiye karşı ilerici bir çizgide derinleşmek yerine, işçi sınıfının bağımsız hareketinden ürkerek geri çekildi. Feodal güçlerle uzlaştı, onların iktidarını pekiştirmesine hizmet etti. Bu tarihsel tercih, Almanya’da kapitalist gelişmenin feodal kalıntılarla iç içe ilerlemesine ve işçi sınıfının önüne ağır bir zincir gibi takılmasına yol açtı.

Bismarckçı rejim bunun somut ifadesidir. Almanya burjuvazisi, kendi iktidarını bağımsız biçimde kurmak yerine, Prusya monarşisi ve Junker aristokrasisi ile ittifaka yöneldi. Böylece feodal yapıların korunması, kapitalist gelişmenin bir parçası haline geldi. Bismarck’ın “demir ve kan” politikası, bir yandan kapitalistleşmeyi hızlandırırken, diğer yandan işçi sınıfının devrimci potansiyelini bastırmaya ve feodal kalıntıların iktidardaki varlığını sürdürmesine dayandı.

Almanya örneği, burjuvazinin tarihsel ilerici rolünü terk ederek feodalizme yaslanmasının, yalnızca kendi iktidarını güvence altına almak için değil, aynı zamanda işçi sınıfı devrimini önlemek için yapıldığını göstermektedir. Bu tercih, sonrasında emperyalizm çağında burjuvazinin en gerici sınıf güçleriyle kurduğu bağımlılık ilişkilerinin de habercisi olmuştur.

1848 Devriminin yenilgisi, Almanya burjuvazisinin tarihsel bir yol ayrımında nasıl feodal güçlerin yanında saf tuttuğunu gösterdi. Bu gerici ittifakın kurumsal biçimi ise Bismarck’ın kurduğu rejimde vücut buldu; burjuvazi, işçi sınıfı devriminden duyduğu korkuyla feodal aristokrasiye dayanarak iktidarını kurdu ve bu temelde kapitalist gelişmeyi ilerletti.

Alman burjuvazisinin bu yolda ilerleyerek işçi sınıfına ve geniş halk kitlelerine karşı geliştirdiği despotçu rejim Bismarkçılık olarak tarihe geçti. Kuşkusuz bu “salt gerici” bir rejim değildi; küçük, dağınık ve yetersiz devletlerden büyük bir Prusya Birliği oluşturmak tarihsel bakımdan ileriye doğru bir gelişmeydi. Bu ilerleme objektif bir gerçeklikti ve kapitalizmin yayılması ve ilerlemesi anlamına geliyordu. Bismark mutlakiyetçilerin, Jakobenlerin temsilcisi olarak salt gerici bir despot değildi, aynı zamanda burjuvazi lehine gelişmelere yol açan “ilerici” bir figürdü. Marks ve Engels Lasal’ın yaptığının tersine Bismarkçı gelişimi desteklemediler; buna rağmen bu rejimin tarihteki ilerici rolünü de yadsımadılar.

 Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: bir hamle salt ileriye doğru bir gelişmeye yol açtığı için doğrudan desteklenmez, bunun kim için ve kime karşı gerçekleştiği özel olarak incelenmelidir. Bismarkçı rejim sonuç olarak işçi sınıfının gelişimine, olası bir devrime karşı feodalizme duyulan ihtiyacı içeriyordu. Süreç sefil burjuvaziye kalmayacak kadar keskin ve derin bir sınıf savaşımı içeriyordu. Almanya’nın birliğinin Prusya gericiliği tarafından gerçekleşmesi bu bakımdan özel bir gelişmedir. Fransız Devrimi’nin gelişimi ve sonuçları ortadaydı. Marks ve Engels Bismarkçı rejimin bu temel özelliğine dikkat çekerek işçi hareketinin bu hareketi desteklemeyeceğini savundular.

Bu örneği Türk devletinin niteliğine doğrudan açıklık getirdiği iddiasında değiliz elbette. Çünkü Birsmarckçı rejim gelişmekte olan kapitalist ilerlemenin bir parçası olarak var oldu. Dolayısıyla feodalizmle iş birliği kapitalist gelişmenin lehine gerçekleşmekteydi. Benzer bir süreci Rusya’da kapitalizmin gelişiminde de görüyoruz. Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi çalışmasında Lenin basbayağı yarı feodal hatta yer yer katı feodal bir Rusya’dan söz eder. Buna rağmen gelişmenin yönü Rusya’da kapitalizme doğrudur. Lenin kapitalistleşmeyi kaçınılmaz sonuç olarak değerlendirip devrim teorisini bunun üzerine inşa eder. Köylüler ve toprak devrimi Lenin’in devrim perspektifinde uzun süre tali kalır. Ancak devrim zamanında bu konudaki eksikliği hızlıca giderir. Bu nedenle Türkiye’de egemen sınıflar arasındaki çatışmanın Bismarkçı rejim örneğinden tamamen farklıdır. Burada anlayışı temel alıyoruz, örneğin birebir olmadığını ihmal etmiyoruz. İki gerici egemen blok arasındaki çatışmanın temel sorunu daralan sömürü payına tek başına hâkim olmak bakımından örnekten farklıdır.

Daha sonraki süreçte de aynı tartışma farklı biçimlerde yeniden üretildi: Sovyetler’de Troçkist karşı devrimci anlayışta, Yeni Çin’de ise Liu Şaoçi ve Deng çizgisinin Marksizm-Leninizm-Maoizm’e yönelttiği saldırılarda yeniden karşımıza çıkmıştır. Emperyalizm var oldukça, bu tartışmanın da süreceği açıktır. 

O halde başa dönüp soralım: gericilikten ne anlamalıyız?

Bu sorunun birden fazla cevabı olduğu açıktır. Sosyalizm için mücadele iddiasında olanlar arasında dahi tam bir uzlaşma yoktur. Ayrışmanın kaynağı, farklı ideolojik yaklaşımlardır. 

Daha önce de konu ettiğimiz ve Türkiye’de geniş kitleler üzerindeki etkisi çok açık ve büyük olan egemen sınıflar arası gerginlikler örneğin, daha çok ilericilik/gericilik kisvesi altında tartışılmaktadır. Gericiliğin tanımı konusunda bu kadar geri bir noktada olmak emperyalizmin de ona karşı mücadelenin de anlaşılamamasını kaçınılmaz olarak getirir. Yukarıda vurguladığımız gibi emperyalizm ülkelerdeki gericiliğe dayanır, ancak onunla soluk alıp yeşerebilir. Gericiliği doğru tanımlamak devrimin karakterinden devrimin yoluna, devrimin sınıflarından karşı devrimin saflarına kadar temel tüm konularda doğru bir yönelim sağlar. Bu nedenle hem tarihsel olarak hem de bununla ilişkisi kurularak güncel gericiliği tanımlamak ve bundan ayrı olamayacağı açık olarak doğru belirlenmiş ilerici olanla birleşmek konusunda ısrarcı oluyoruz. Ulusal sorunda, cinsiyet eşitsizliğinde, çevre sorununda, bağımsızlık ve din gibi tüm konularda, hatta daha güncel olarak Filistin, Suriye, İran gibi bölgesel sorunlarda da gericiliği doğru tanımlamış olmak belirleyicidir. Dolayısıyla emperyalizme karşı mücadelenin gelişme dinamikleri de bu gibi gündemlerdedir. Emperyalizmi “dışarıdaki” bir olgu olmaktan çok ülke üzerinde egemenlik kurmuş ve emperyalizmi bu topraklarda yeşerten gericiliğin kendisinde tanımlamak ve hedeflemek gerekir. Elbette emperyalizmi “içsel” bir olgu olarak tanımlamıyoruz, aksine emperyalizm ileri kapitalist gelişmenin ürünüdür ve gelişmiş ekonomilere sahip devletlerin karakteridir. Bizimki gibi geri kalmış veya bıraktırılmış ülke ekonomileri emperyalist özellik gösteremezler, olsa olsa emperyalist ekonomilerin taşeronu işlevi görebilirler. Burada sözünü ettiğimiz “içsellik” gericiliğin emperyalizmle kurduğu olmazsa olmaz iş birliğidir. 

Toparlayacak olursak, Marksizm’in ilericilik anlayışının sonuna kadar tutarlı özgürlükçü yönünü bir kez daha vurgulamak isteriz. Sözde ilerleme adına, tepeden inmeci, halk düşmanı yöntemlere asla prim verilemez.

Toplumu geliştirici, ilerletici yönde olan değişimler ve etmenler ile varlığı, çabası ya da fikirleri bu yönde olan insanlar ilerici olarak nitelenirler. Bağlantılı olarak, toplumun gelişmesini ve ilerlemesini engelleme, değişimi durdurma yönündeki etmenler, çabalar ve insanlara muhafazakâr (tutucu) dendiği gibi, değişimi geriye çevirme, eski evrelere döndürme yönündeki eğilim ve insanlara da gerici denir. Beri yandan, toplumun gelişmesinden, ilerlemesinden, gerilemesinden ya da aynı kalmasından söz etmenin aynı zamanda bir tarih anlayışı anlamına geldiği de açıktır. Örneğin, ilerici düşünce ve tutumlara dayanak oluşturan temel düşünce, tarihin akışının genel olarak toplumsal ilerleme yönünde olduğudur.

Burjuva demokrasisinin bile gerisinde olan rejimlere ve anlayışlara sırf Amerika karşıtı, Siyonizm düşmanı bir söylem tutturuyorlar diye ilerici denemez. Her durumda bu rejimlerin feodal kalıntılara, örneğin Osmanlı’dan devam edegelen ve kapitalist gelişmenin asıl engeli olan toprak mülkiyetine ve bundan ileri gelen mülkiyet ilişkileri karşısındaki konumlanmaya ya da parlamenter bir sistemle idare edilse de aynı egemen sınıfların, Osmanlı’dan beri var olan aynı ailelerin, aşiretlerin yönetimi karşısındaki siyasî tutuma veya kadına “seçme ve seçilme hakkı” tanınsa da halen kadın üzerinde devam edegelen feodal ataerki karşısındaki tutuma vb. bakmak gerekir. Gericilik ve ilericilik nihayetinde bu somut durumlarda belirginleşir. Her türden manipülasyona karşı net bir ideolojik-politik tutumla, devrim için, devrime göre, toplumsal gelişmenin ve sosyalizm için mücadelenin çıkarlarına göre düşünecek, hareket edeceğiz. Bu da proleter devrimci sınıf temelinde durmakla ve devrime dair teorik netlikle mümkündür. Tarihsel olarak çökmüş, gericiliği tanımlayamayan her anlayışla aramızda keskin bir hat olması devrimin aleyhine değil, lehinedir.

Çevre, Kadın ve Anti Emperyalist Mücadele

Emperyalizme karşı mücadelede tutarlı bir çizgi yaratmanın olanaklarını tartıştığımızda, ülkenin kendi dinamiklerinden kaynaklanan gericilikle mücadelenin koşulları, somut biçimleri ve zorunlulukları özel bir önem kazanır. Çoğunlukla, karşımızda ve yaşamın her anında tanık olduğumuz gericilikle mücadelenin, emperyalizmle mücadelenin somut biçimlerinden ibaret olduğunu ihmal eden ve kavramayan bir anlayışa sahip olduğumuz bir gerçektir. Oysa ülkedeki feodal artıkların, emperyalizmi bu ülkeye her gün taşıyan, onu burada yeşerten ve sürekli besleyen esas unsurlar olduğunu bilerek; mücadeleyi “enternasyonal” bir içerikte, emperyalizme karşı yürüttüğümüzün farkında olmalıyız. Anti emperyalist birlik için yapacağımız çalışmalar, tam da ülkedeki gericiliğe karşı çok geniş kesimleri kapsayan çalışmalar olmalı ya da bu düzeyde ele alınmalıdır.

Örneğin, “çevre hareketi” olarak tanımlanan ve azımsanmayacak derecede ilgi gören hareket, emperyalizme karşıtlık içermeden gelişebilir mi? Ülkedeki gerici iktidarın, tüm gerici egemen sınıfların ve onların her türden devlet kurumunun sıklıkla “çevre felaketlerine” yol açan ranta ve talana dayalı politikaları olmadan, emperyalizmin “talancı sömürüsünden” söz edilebilir mi? Edilemeyeceğine göre çevre için harekete geçenlerin, gericiliğe karşı mücadeleyi temel almaları; ama bununla yetinmeyip emperyalizme karşı mücadeleye kadar vardırmaları gerekir. Bunun da ancak tutarlı, ısrarlı ve keskin bir kurtuluş amacı güden çizgiyle mümkün olacağı öngörülebilir.

Benzer bir yorum kadın kurtuluşu için de geçerlidir. Ülkemizde ciddi bir gündem oluşturduğu için yeterli ve uyandırıcı bir örnek olacağını düşündüğümüz İstanbul Sözleşmesi değerlendirilebilir. İstanbul Sözleşmesi, bir burjuva kazanım olarak özellikle Türkiye gibi ülkeler için bir ilerlemedir. Ancak bu sözleşmenin sadece Türkiye’deki gericiliğe karşı yöneldiğini sanmak bir yanılsamadır. Gericilik, bu sözleşmeyi feshetme cüretini emperyalizmden almaktadır. Üstelik bu sözleşmeye rağmen, bırakın kadın cinayetlerine ve kadına yönelik her türden cinsel saldırıya karşı gerçek bir tutum almayı; demokratik içerikteki kadın hareketine dönük saldırılar karşısında dahi Batılı devletler esas olarak sessizdir.

Filistinlilerin maruz kaldığı soykırım niteliğindeki saldırıların, Suriye’de özellikle Alevilere ve Dürzilere yönelen iğrenç saldırıların arkasındaki esas odaklar; HTŞ gericiliğini iktidara taşıyan ve onlara “yönetmeyi öğreten” Batılı güçler değil midir? Ülkemizdeki kadın sorununun kaynağının feodal ve burjuva ataerkil yapılar olduğu ne kadar doğruysa; bu yapıların ayakta kalmasını sağlayanların da mevcut durumda özellikle ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılı emperyalist güçler olduğu o kadar doğrudur. İstanbul Sözleşmesi’ni dahi uygulamaktan çekinen gericiliğin herhangi bir yaptırımla karşılaşmaması, aksine ısrarla desteklenmesi şaşılacak bir durum değildir; tam tersine emperyalistlerin tabiatlarının gereğidir. Bu nedenle, kadının her türden kurtuluşu için verilen mücadelenin de anti-emperyalist bir nitelik taşıdığını bilerek hareket etmeliyiz. “Kendi kurtuluşunu” arayan kadına, aynı zamanda emperyalizmi de alt etmek zorunda olduğunu gösterebildiğimizde; devrimcileşen kadın bilincine ulaşmamız işten bile değildir. Bilindiği üzere, emekçi kadın üzerindeki daha yoğun baskı; onun kurtuluş için mücadelede daha ısrarcı olmasında itekleyici bir unsurdur. Diyebiliriz ki anti emperyalist mücadele, ne kadar çok devrimci kadınla gerçekleşirse o kadar ısrarlı ve başarılı olacaktır.

Kadın hareketi açısından bir başka örnek de onun içinden verilebilir. Kadın hareketinin farklı sınıflardan kadınları birleştirdiği ya da en azından bir araya getirdiği bilinir. Dışarıdan, özellikle gericiliğin kaynağı sınıflardan ve devletlerden gelen saldırılardan başka kadın hareketi içinde anti emperyalist olmayı başaramayan anlayışlar da bu birleşmenin veya bir aradalığın parçası olabilmekteler. Bu güçlerle kadın sorunları temelinde, özel olarak kadınların uğradığı cinsel içerikli suçlar ve saldırılar karşısında bir araya gelmeyi yadsımıyoruz. Somut olarak halk güçlerine ve devrimin paydaşlarına yönelik saldırılara karşı harekete geçtiğimizde yanımızda kimlerin olduğu sorusu tali bir sorudur ve tavrımızı belirlemez. Bu da anti emperyalizmden bihaber güçlerle de bir arada olmamızı getirebilir. Oy hakkı için bir araya gelen Amerikalı kadınlar genellikle burjuvaydı ve hatta bunların içerisinde yoksul ve emekçi kadınlardan çok, özel olarak seçkin beyaz kadınlara oy hakkı talep eden liderler de vardı. Bugün bu “ırkçı” tutumların pek zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Fakat gene de devrimci olmayan, anti emperyalizmden bihaber, kadın eylemini “gericiliğe karşı” olmakla sınırlayan kadın bileşenlerin varlığı açıktır. Bu anlayışta olanlarla ne kadar yol alınabileceği tartışılırsa anti emperyalist olmanın zorunluluğu ve önemi anlaşılacaktır. Gericiliğe karşı “gerici” bir tutum sergileyen kadın hareketinden medet ummamak gerektiğini söylüyoruz. Bunu hemen her konuda söylemek mümkündür ve söylemek de gerekir.

Tags: emperyalizmKolektif Doğrultumao zedongMAOİZMYeni Demokrasi
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

HKP (Maoist) ile Hindistan ordusu arasında çatışma: 2 asker öldürüldü

Sonraki Yazı

Bin 300 sanatçıdan İsrail’e boykot kararı

Related Posts

HKP (Maoist)
Dünya

HKP (Maoist), hainlerin kara propagandalarına karşı açıklama yayımladı

13 Kasım 2025
Güncel

Partizan İstanbul ve Antep’te tutsakların sesini yükseltme çağrısı yaptı

13 Kasım 2025
Güncel

Rojin Kabaiş’in vücudundaki 2 DNA’nın bulaş olmadığı kesinleşti

13 Kasım 2025
POLİTİK - GÜNDEM

Emperyalizme Uşak Halka Düşman!

13 Kasım 2025
Dünya

Brezilya’da yerli halklar, İklim Zirvesi’ni bastı

12 Kasım 2025
Dünya

Tayland, barış anlaşmasını askıya alarak Kamboçya’ya ateş açtı

12 Kasım 2025
Sonraki Yazı

Bin 300 sanatçıdan İsrail'e boykot kararı

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: yenidemokrasigazetesi@gmail.com

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: yenidemokrasigazetesi@gmail.com

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:yenidemokrasigazetesi@gmail.com