ASEAN Zirvesi, 2025 yılında Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da gerçekleştirildi. Burjuva-feodal medyanın aktardığı haberlere göre zirve, “kapsayıcılık ve sürdürülebilirlik” temasıyla düzenlenmiş; bölgesel güvenlik, ekonomik dayanıklılık ve kapsayıcı büyüme gibi başlıkların ele alındığı bir toplantı olarak sunulmuştur. Ancak bu tür zirveler, gerçekte emperyalist-kapitalist sistemin bölgesel iş birlikleri aracılığıyla kendi çıkarlarını koruma ve genişletme mekanizmaları olarak okunmalıdır. ASEAN Zirvesi de bu bağlamda, özellikle ABD, AB ve Çin gibi başlıca emperyalist güçlerin bölgedeki çıkarlarını pekiştirmek ve Güneydoğu Asya’yı kapitalist düzenin bir bileşeni olarak yeniden konumlandırmak için bir platform işlevi görmüştür.
ASEAN, Vietnam direnişi karşısında “komünist gelişmeye karşı” bir cephe olarak 1967 yılında kurulduğunda, Güneydoğu Asya’nın ulusal burjuvazileri ve egemen sınıf temsilcileri tarafından “dış müdahalelere karşı” (Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve ABD) bir iş birliği aracı olarak görülmüştü. Ancak süreç içinde ASEAN, özellikle ABD ve Çin gibi büyük güçlerle ilişkilerini derinleştirerek, kendi halklarının çıkarlarını değil, emperyalist egemenlerin çıkarlarını koruyan bir örgüt haline gelmiştir. Bugün 650 milyondan fazla nüfusu ve 3 trilyon doları aşan GSYH’siyle ASEAN, emperyalist-kapitalist sistemin çıkarlarının yoğunlaştığı stratejik bir halka durumundadır. Bu bağlamda zirve, bölgesel iş birliğinin halkların yararına değil, kapitalist rekabetin sürdürülmesi lehine işlediğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
ABD’nin Bölgedeki Stratejik Çıkarları ve Trump’ın Rolü
ABD Başkanı Donald Trump’ın zirveye katılımı, emperyalist güçlerin bölgedeki doğrudan müdahale ve hegemonya stratejisinin açık bir yansımasıdır. Burjuva medya, Trump’ın “nesiller boyu sürecek güçlü bir ortaklık” vaadini öne çıkarırken, bu söylem aslında emperyalistlerin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda kalıcı bir müttefik haline getirme çabasının ideolojik örtüsüdür. ABD ile Malezya arasındaki ticaret anlaşmaları, özellikle kritik mineraller ve nadir toprak elementleri üzerindeki iş birlikleri, emperyalist kapitalizmin teknolojik ve askerî üstünlüğü sağlamak için kaynak kontrolünü stratejik bir silah olarak kullandığını açık biçimde göstermektedir. ABD’nin 71 milyar dolarlık ticaret hacmi ve yarı iletken, uzay-havacılık, sıvılaştırılmış doğal gaz gibi yüksek teknolojili sektörlerde imzalanan anlaşmalar, bölge halklarının değil uluslararası sermayenin hegemonik çıkarlarının pekiştirilmesine hizmet etmektedir. Bu koşullarda, kaynak zengini ancak kapitalist sistem içinde bağımlı konumda bulunan ASEAN üyesi devletler, nadir elementler üzerinden emperyalist pazarlara entegre edilmekte; emperyalist güçler ise bölgedeki kaynakları stratejik biçimde kontrol altına alma yönünde yoğun bir rekabet yürütmektedir.
Trump’ın zirvedeki rolü yalnızca sembolik bir liderlik gösterisi değildir. O, ABD emperyalizminin Güneydoğu Asya’daki stratejik çıkarlarını doğrudan temsil etmekte ve bölgesel devletleri kendi emperyalist eksenine yedeklemeye çalışmaktadır. Ticaret anlaşmalarının imzalanması, nadir elementler ve stratejik teknoloji anlaşmaları, ABD’nin bölgedeki ekonomik ve askerî üstünlüğünü sağlamlaştırma görevini yerine getirmektedir. Aynı zamanda Trump, Tayland-Kamboçya ateşkesi gibi diplomatik süreçleri, ABD’nin bölgedeki “arabulucu” ve “istikrar sağlayıcı” rolünü güçlendirmek için kullanmaktadır. Bu da emperyalist devletlerin kendi çıkarlarını halkların çıkarlarıymış gibi sunma stratejisinin tipik bir örneğidir.
Tayland-Kamboçya Ateşkesi ve Bölgesel Diplomasi
Tayland ve Kamboçya arasındaki sınır anlaşmazlıkları, Güneydoğu Asya’daki ulusal sınır sorunlarının ve bölgesel güç dengelerinin ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir. Temmuz 2025’teki çatışmalar, iki ülke arasındaki sınır hattında yaşanan yoğun gerilimin ve uzun süredir devam eden toprak anlaşmazlıklarının bir sonucudur. 28 Mayıs’ta kısa süreli bir çatışmanın ardından, iki ülke orduları sorunun barışçıl yolla çözülmesi konusunda anlaşmıştı ancak yaklaşık iki ay sonra 24 Temmuz’da yeniden çıkan çatışmalarda iki ülkeden toplam 32 kişi hayatını kaybetmiş ve yüz binlerce kişi yerinden edilmiştir.
Zirvede imzalanan Tayland-Kamboçya ateşkesi, burjuva medya tarafından “barışçıl bir başarı” olarak sunulsa da gerçekte bu tür anlaşmalar, halkların sınıf çıkarlarını değil, emperyalistlerin ve hâkim sınıfların hegemonik ve ekonomik çıkarlarını koruma amacını taşır. Ateşkesle eş zamanlı olarak duyurulan ticaret ve kaynak anlaşmaları da, doğrudan ABD’nin ve barış görüşmelerini yönlendiren Malezya’nın bölgedeki nüfuzunu pekiştirme hedefinin bir parçasıdır. Bu tür “barış anlaşmaları”, halkların güvenliğini ve refahını artırmaktan çok, emperyalist devletlerin kriz dönemlerinde bölgeyi istikrarlı bir sermaye alanı olarak elde tutmasını sağlamaya yöneliktir. Dolayısıyla Tayland ile Kamboçya arasındaki ateşkes, barışın değil, emperyalist çıkarların belirlediği bir düzenin tezahürü olarak değerlendirilmelidir.
ASEAN Zirvesi, emperyalist kutupların çelişki ve çekişmeleriyle dolu yapısı içinde gerçekleşmiştir. ABD, AB ve Çin gibi emperyalist güçler, bölgedeki devletleri kendi stratejik ve ekonomik çıkarları doğrultusunda hizalamaktadır. Bölgesel güvenlik, ekonomik dayanıklılık ve kapsayıcı büyüme gibi kavramlar, aslında kapitalist krizler karşısında bölge hâkim sınıfları ve emperyalistleri koruma araçlarıdır.
ASEAN Zirvesi, bölge halkları açısından bağımsızlık, kaynakların denetimi ve sosyal adalet taleplerinin bastırıldığı bir platform niteliğindedir. Ticaret anlaşmaları, nadir elementler üzerindeki denetim ve ateşkes gibi diplomatik süreçler, emperyalist güçlerin bölgedeki nüfuzunu pekiştirirken halkların sınıf çıkarlarını geri plana itmektedir. Bu nedenle Güneydoğu Asya halkları, emperyalist kapitalist çıkarların karşısında örgütlenmeli; ulusal ve sınıfsal bağımsızlık mücadelelerini güçlendirmelidir. Bu mücadele potansiyeli, derinleşen emperyalist kriz ve keskinleşen sınıf çelişkilerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmakta; dolayısıyla örgütlenme ve bağımsızlık mücadelesini tarihsel bir zorunluluk haline getirmektedir.
Bu tarihsel zorunluluğun somut yansımaları, halihazırda Güneydoğu Asya’nın çeşitli ülkelerinde gözlemlenmektedir. Endonezya’da işçi sınıfının neoliberal emek yasalarına karşı sürdürdüğü grevler, Myanmar’da askerî cuntaya karşı gelişen halk direnişi ve Filipinler’de Maoistlerin yönlendirdiği köylü hareketlerinin toprak gaspına karşı yürüttüğü mücadeleler, emperyalist bağımlılığın yarattığı çelişkilerin ifadesidir. Bu mücadeleler, farklı biçimlerde gelişse de ortak bir zeminde, yani halkların özgürlük arayışında ve toplumsal adalet talebinde birleşmektedir. Dolayısıyla ASEAN’ın “bölgesel istikrar” söylemine karşı yükselen bu halk hareketleri, bölgedeki gerçek istikrarın ancak sömürü ilişkilerinin son bulmasıyla mümkün olacağını pratikte göstermektedir.
Sonuç olarak 47. ASEAN Zirvesi, burjuva medyanın sunduğu “barış ve kapsayıcılık” görüntüsünün ötesinde, emperyalist güçlerin bölgedeki hesaplarının bir aracına dönüştüğü, halkların bağımsızlık ve sınıfsal çıkarlarının geri plana itildiği bir toplantıdır. ASEAN’ın “istikrar” kavramı, bölge halklarının refahını ya da barışı değil, uluslararası sermayenin güvenliğini ifade eder. Bu “istikrar”, halkların sömürüye dayalı düzene rıza göstermesi ve bağımsızlık taleplerinin bastırılması üzerine kuruludur. Nadir elementler üzerinden süren ekonomik rekabet, Tayland-Kamboçya ateşkesi gibi diplomatik süreçler ve ABD’nin doğrudan müdahalesi, bölgenin kapitalist sistem içindeki konumunu ve emperyalist kriz ekseninde yaşadığı baskıları gözler önüne sermektedir. Halkların kurtuluşu, ancak emperyalist kapitalist sistemin yıkılması ve bölgesel devrimci birliğin sağlanması ile mümkün olacaktır.








