8 Aralık, Pazartesi
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Egemen Sınıfların Edebiyata Diktesi Görünürlük, Sınıf ve Sessiz Sesler

Egemen Sınıfların Edebiyata Diktesi Görünürlük, Sınıf ve Sessiz Sesler

7 Aralık 2025
içinde Kültür Sanat, Yazılar
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

Sadece edebiyat değil, haberleri izlerken de şu soruyu sormalıyız: Bu hikâyeyi kim anlatıyor ve bu anlatım kime hizmet ediyor? Emperyalist-kapitalist sistem yalnızca ekonomi ve siyaset alanlarında değil, kitlelerin yaşamı üzerinde etkisi olan her alanı işgal ediyor, tekelleştiriyor ve çölleştiriyor. Söz konusu edebiyat olunca kültürün tüm ana damarlarını sıkıştırıp kendi ritminde boğuyor. Denklem basit: ya sisteme itaat et, içindeki yerini al ve olanaklarından faydalan ya da sistemin dışına itil ve bunun için cezalandırılmayı göze al. Bu ayrımı yapan şey yazarın edebi yeteneği değil; sınıf, görünürlük, güç ve temsil imkânıdır. 

Bu yazının yazarı, dokuz çocuklu işçi–köylü bir ailenin eğitim alabilmiş ikinci çocuğu. Ne kitaba, ne günlük gazeteye erişimi vardı. Ancak aylar öncesine ait buruşturulmuş gazete parçalarının sarıldığı sefer tasları… Tarlada çocuk işçi olarak çalışırken, o bölük pörçük gazete parçalarından kendine okuma hayalleri kurmuş bir çocuk için liseye varmak inanılmazdı; Ayşe Kulin kitabı alıp okumak ise neredeyse mucizeydi. 

Manikürlü elleri, kusursuz bir simetriyle kesilmiş dümdüz fönlü saçlarıyla kitabın arka kapağından bana gülümsüyor ve hatta kulağıma fısıldıyordu: “Yeterince çalışırsan sen de başarabilirsin.” Bunun sistemin en sihirli, en albenili cümlesi olduğunu ve bana bir hayal pazarlandığını çok sonradan fark edecektim. 

O ilk gençlik çağında elime geçen her yazısını, romanını, kitabını okudum Ayşe Kulin’in. Her kitabevinde çok satanlarda o vardı. Bilinçli olarak oluşturulmuş kitap kulelerinde hep en üstteydi. Radyoda ondan bahsediliyor, kitabı çekilişle veriliyordu. Okulda öğretmenler edebiyat dersinde onu ödev veriyordu. Bu görünürlük ona önce Cumhuriyet gazetesinde bir köşe, ardından ülkenin “en prestijli ödüllerinden” Haldun Taner ve Sait Faik Abasıyanık ödüllerini getirdi. 

Yazarın eserlerine baktığımızda, bireyin iç dünyasının toplumsal koşullardan tamamen arındırıldığını görürüz. Toplumsal bağlamı silen, okuru manipüle ederek kulağına “Yeterince güçlü olursan her şey mümkün, kader senin ellerinde” diyen bir umut tacirliği vardır. Kulin’in karakterleri çoğu zaman burjuva ayrıcalıklarına sahiptir; acıları steril, sevinçleri narkotik bir iyimserlikle yıkanmıştır. Ayakları gerçeğin zeminine basmayan, içi boş kişilerdir. Yazar, toplumsal sorunlara değinmek, bunların insan yaşamındaki etkilerini vurgulamak, karakterleri aracılığıyla çözüm aramak yerine ayrıcalıklı üst sınıf yaşamının konforuna sarılır. Bireyi parlatırken sistemin korkunç karanlığını saklayan bir iyimserliği estetik değil, tüketim nesnesi olarak sunar. Kulin’in popülerliği okura sorgulamayı değil, “her şey çözülebilir” yanılgısını sunar. “Adı Aylin” romanında bireyin kendi hikâyesini yarattığı vurgusu tekrar tekrar önümüze gelir; sınıf, politik ortam, ekonomik koşullar yoktur. Yalnızca bireyin seçimleri ve onların romantize edilmiş sonuçları vardır. “Köprü” ya da “Nefes Nefese” gibi eserlerinde de benzer bir iyimserlik kol gezer. Acılar, kırgınlıklar elbette vardır ama bunlar sadece kişilerin yanlış seçimlerinin sonucudur. Sonunda hepsi bir “hayata tutunma” vaadine bağlanır. Sistemin hiçbir suçu yoktur. 

Gericiliği sürdürmek için sistemin sevdiği edebiyat tam da budur: Bireyciliği parlatırken iyimserliği bir tüketim nesnesi olarak pazarlayan eserler. Okura sistemi sorgulatmak yerine Amerikan rüyasını sunar: “Yeterince çalışırsan her şey mümkün.” 

Ayşe Kulin’i biraz anlayabildiysek, gelin onun bir panelde anlattığı şu hikâyeyi dinleyelim: Evinin karşısında çöp toplayan insanlar vardır. Cama çıkıp onlara bağırır; ortalığı dağıttıklarını, çevreyi kirlettiklerini söyler, bundan korkunç rahatsız olur. Bir gün eline Nalan Türkeli’nin “Varoşta Kadın Olmak” kitabı geçer. “Güneydoğu’dan göç etmiş, ilkokul 3 terk bir kadın ne anlatabilir ki?” diyerek küçümseyerek kitabı okur ve kendi ifadesiyle şöyle der: “Ben ne biçim bir insanım? Bir an olsun, bir insan neden başkasının çöpüne kafasını sokup karıştırır diye düşünmedim.” 

Bu cümlede pişmanlıktan çok, ülkede çok satan bir kadın yazarın –hem de okur kitlesinin çoğu kadınken– kendini halktan ne kadar uzak konumlandırdığı ortaya çıkıyor. Sokağın en temel gerçeğini, yaşam mücadelesini görmeyip kadınlara bireysel kurtuluş masalları anlatıyor. Bu olsa olsa sınıfsal körlüğün en yumuşak ifadesidir. 

Şimdi yüzümüzü Ayşe Kulin’den, onu şaşırtan yazara çevirelim. 

“Cesaretimi korkularımdan aldım.” 

Nalan Türkeli, Ümraniye’deki Kazım Karabekir Mahallesinde gecekonduda yaşayan, konfeksiyon atölyesinde çalışan bir işçi. Varoşta Kadın Olmak adlı eserinde gecekondu yaşamını, kadınların hayatını hapishaneye çeviren feodalizmin ikiyüzlülüğünü, eğitim eşitliğine ulaşamayan kız çocuklarının nasıl çocuk işçilere dönüştüğünü, kendi yaşamının zeminini kullanarak anlatır. Yoksulluk, baskı, sistem dışına itilmişlik onun ait olduğu sınıfın hem çilesi hem de yazınsal mayasıdır. 

Basılan ilk kitabını işçi arkadaşlarına satar; oradan bir radyoya konuk olur, tesadüfen 43 kitap satar, buna inanamaz. “Ben sadece gördüğümü, bildiğimi yazdım; bu beni yazar yapar mı?” diye düşünür. Kazandığı parayla ikinci kitabının basım masrafını çıkarır. Arkasında kimse yoktur. Üstelik sürekli “boş işlerle uğraşıyorsun” diyen kumarbaz kocası, “akılsız kadına veresiye verilmez” diyen bakkal, “deli bu kadın” diye dedikodu yapan mahalleli vardır. Olmayanlar kimlerdir peki? Büyük kitabevlerinin editörleri, yayın dünyasının tanıdık ilişkileri, PR ekipleri, reklam ajansları, dağıtım ağları… 

Sanatın “sanat içindir” dediği aristokrasi, elbette edebiyatta da kendi ezgilerinin çalınmasını ister. Kendi hikâyelerinin okunmasını, kendi senaryolarının izlenmesini, kendi şarkılarının duyulmasını ister. Oysa edebiyat insanlara başka dünyalara açılan kapılardı; dünyayı deneyimleyerek öğrenemeyeceğimiz için sorgulama, anlama ve hayal kurma hakkı verirdi bize. 

Bugün popüler metinlerin çoğu gerçekliğin yanından bile geçmez; okuru rahatlatır, eğlendirir, acıları sterilize eder. Okura şunu söyler: Satın al, oku ve unut! Kitabevlerinin “çok satanlar” rafı okurun seçimi değil, ona seçtirilen şeydir. Bookstagram fenomenleri, PR ajansları ve pazarlama departmanları hep bir ağızdan bağırır: “Siz alt tabakasınız, seçemezsiniz, biz sizin için seçiyoruz.” 

Emperyalist dünya ve onun tüm halkalarındaki egemenler halkı sevmediği gibi onu nesneleştirmeyi hedef haline getirir. Bizden çıkan edebiyatı, sinemayı, tiyatroyu, şiiri bir bütün olarak sevmiyor. Bir kitap alırken her zaman aynı soruyu sormalıyız: Bu hikâyeyi kim anlatıyor ve bu hikâye kime hizmet ediyor? Edebiyat dünyasında yer edinmenin yalnızca yeteneğe bağlı olmadığı; yetenekli ama yeterli olanaklara sahip olmayan pek çok yazarın hayatını başka işlerden kazanmak zorunda kaldığı gerçeği önümüze çıkıyor. Ayşe Kulin Amerikan Koleji mezunu. Yirmili yaşlarında Londra, Paris, Roma’da yaşıyor. Bu onun diline, yeteneğine elbette yansıyor. Burada konu “kim daha iyi yazar?” tartışması değil. Konu şu: Kimin kitabı görünür, ulaşılabilir, ödüllendirilebilir ve kazançla sürdürülebilir kılınıyor? Kimin hikâyesi dolaşıma sokuluyor? 

Nalan Türkeli’nin kitapları sadece internetten bulunabiliyor; kitabevlerinde yok. Çünkü sistem ona erişim imkânı vermiyor. Asıl soru şudur: Anlatılan kimin hikâyesi ve biz edebiyatta safımızı nerede tutacağız? Bu Edebiyatta saf tutmak duygusal bir eğilim değil; sınıfsal bir zorunluluktur. Çünkü bugün görünür olan her yazar, aslında sistemin izin verdiği ölçüde görünürdür. Raflara dizilen kitaplar bir kültürel seçki değil, egemen sınıfların belirlediği bir hiyerarşidir. Okur kendi zevkiyle seçim yaptığını düşünür ama eline geçen metin çoktan seçilmiştir. Bu nedenle mesele yetenek değil—kimin dolaşıma sokulduğu, kimin görünmez kılındığı, hangi sesin sistem tarafından filtrelendiğidir. 

Ayşe Kulin’in ülke çapında bulunabilir hikâyeleri yeteneğinden önce sınıfsal gücünü gösterir. Nalan Türkeli’nin metinlerinin kitabevlerine girememesi ise onun yetersizliğinden değil; taşıdığı sınıf gerçeğinin egemen kültür için rahatsız edici bulunmasındandır. 

Bugün edebiyat alanı eşit bir meydan değildir: sermayesi olanlar için geniş bir otoyol; geri kalanlar için daha en baştan barikat kurulmuş dar bir yol vardır. Bu barikat yeteneği değil, sınıf kökenini sınar; hikâyenin değerini değil, piyasanın tahammül sınırlarını test eder. Bu yüzden bazı hikâyeler dolaşıma sokulur, bazıları daha ilk adımda boğulur. 

Hangi hikâyeye kulak vereceğiz? Hangisinin susturulmasına göz yumacağız? 

Kültür alanında tarafsızlık yoktur: ya görünmez bırakılanın yanında durursun ya da farkında olmadan düzenin taşıyıcısı olursun. Her alanda olduğu gibi edebiyatta da bir tekelleşme, fırsatların ve olanakların ezilenlerin gerçek dünyasına hitap edenler için daraldığı bir gerçektir. 

Tags: edebiyategemen sınıflar
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Bingöl’de taş ocağına karşı eylem

Sonraki Yazı

MÇD’nin düzenlediği dayanışma etkinliği coşkuyla tamamlandı

Related Posts

Yazılar

Suriye’de Yeni Dizayn, Emperyalizmin Yeni Kıskaçları

6 Aralık 2025
Yazılar

Hapishaneler, Birlik ve Direniş: Filistin Esir Hareketinin Stratejik Gücü

5 Aralık 2025
POLİTİK - GÜNDEM

Demokrasi Maskesi ile Kürt İnkârının Sürdürülmesi

4 Aralık 2025
KOLEKTİF DOĞRULTU

“Sosyalist Strateji” veya “Sosyalizm Yeniden” Tartışmaları Üzerine: Nereden Ne Beklenmeli

2 Aralık 2025
Ekonomi

Yapısal Krizin Aynası: Konkordato

28 Kasım 2025
Dünya

Bir FHKC önderi konuşuyor: “7 Ekim, mücadelenin başlangıcı değildi”

27 Kasım 2025
Sonraki Yazı

MÇD'nin düzenlediği dayanışma etkinliği coşkuyla tamamlandı

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: yenidemokrasigazetesi@gmail.com

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: yenidemokrasigazetesi@gmail.com

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:yenidemokrasigazetesi@gmail.com