Kafkasya, tarih boyunca emperyalizmin iştahını kabartan stratejik bir bölge olmuştur. Rus sosyal emperyalizminin sosyalizm maskesini indirmesiyle birlikte bu coğrafya ABD, Rusya, Çin ve İsrail gibi küresel ve bölgesel güçlerin çıkar çatışmalarının merkezi haline gelmiştir. Bölgenin zengin enerji kaynakları, coğrafi konumu ve etnik çeşitliliği emperyalist güçlerin politikalarını şekillendirirken, yerli iş birlikçilerin ve halkların kaderi ise bu çelişkilerin tam ortasında belirlenmektedir.
Son dönemde Rusya ve Azerbaycan arasında “Yekaterinburg krizi” ile yeni bir gerginlik dönemi başlamıştır. 27 Haziran’da Yekaterinburg’da, eski bir dizi cinayete ilişkin soruşturma kapsamında gözaltına alınan iki Azerbaycan vatandaşı öldürülmüştü. Buna karşılık Azerbaycan cephesi, bugüne kadar görülmemiş bir sert tepkiyle Rus devlet kanalı Sputnik ve bazı başka merkezlere baskın düzenleyerek casusluk gerekçesiyle Rus vatandaşlarını gözaltına aldı. Bu gelişme hem Rusya’nın Kafkasya’daki zayıflayan etkisini hem de güç dengelerindeki çelişkileri derinleştirirken ABD başta olmak üzere diğer emperyalist güç ve blokların çıkar dalaşlarını bu bölgede sürdürmesine de zemin hazırlamaktadır.
Rusya, Kafkasya’da SSCB’nin dağılmasından sonra bölgenin egemen gücü olarak istikrarı kendi lehine şekillendirmeye çalışmıştır. Ancak Ukrayna savaşından sonra Rusya’nın askerî ve diplomatik etkisi belirgin biçimde azalmıştır. Ermenistan’daki iç karışıklıklar ve Azerbaycan’la artan diplomatik gerilimler, Rusya’nın bölgedeki nüfuzunun sarsıldığını göstermektedir. Azerbaycan’da yaşanan bu kriz, sadece ikili ilişkilerde bir sorun değil, aynı zamanda emperyalist kutuplaşmanın sahaya yansımasıdır. Bu süreçte Azerbaycan’ın Rusya’dan bağımsız olarak İsrail, Türkiye, Çin ve Avrupa ile savunma, ekonomi ve altyapı ilişkilerini geliştirmesi, bölgedeki geleneksel güç dengelerini değiştirmektedir. Özellikle İsrail-Azerbaycan yakınlaşması, ABD’nin Orta Doğu’daki askerî-politik varlığını Güney Kafkasya’ya taşımaya çalışan yeni bir emperyalist hamledir. Rusya ise askerî üsler ve sınır kontrol noktalarıyla bölgedeki nüfuzunu korumaya çalışsa da tek başına bu etkinliği sürdürebilmekte zorlanmaktadır.
Azerbaycan, sahip olduğu petrol ve doğal gaz rezervleriyle özellikle ABD’nin ama genel olarak Batı’nın bölgedeki stratejik müttefiki olarak ön plana çıkmıştır. Türkiye ve İsrail ile geliştirilen askerî ve ekonomik ilişkiler, Azerbaycan’ı Batı’nın Kafkasya’daki “anahtarı” konumuna getirmiştir. Özellikle Ermenistan ile yaşanan Karabağ çatışmalarında Azerbaycan’ın askerî kapasitesinin İsrail ve Türkiye aracılığıyla desteklenmesi, bölgedeki etnik ve ulusal çelişkileri daha da derinleştirmiştir. Azerbaycan devleti, bu ilişkiler aracılığıyla hem ekonomik hem de siyasî bağımsızlığını artırmaya çalışırken halkın geniş kesimleri emperyalist ve yerli gerici baskı altında yaşamaktadır. Azerbaycan’ın Rusya ile son dönemde yaşadığı “diplomatik” gerilimler, Bakü’nün Moskova’ya olan bağımlılığını azaltma ve Batı ile daha fazla entegrasyon çabasının bir yansıması olarak yorumlanabilir. Ayrıca Azerbaycan, Rusya’nın “arka bahçesi” olmaktan çıkarak devlet olma iddiasını pekiştirme arayışındadır. Ancak bu süreç, ezilenlerin yararına yeni bir bağımsızlık kapısı açmak yerine, emperyalist çıkarların ve bölgesel hegemonya hesaplarının içinde sıkışmayı beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla atılan adımların tümü emperyalizmin çıkarlarına hizmet edecektir.
Azerbaycan’ın İsrail’le ilişkileri, sadece bölgesel bir ittifak değil, aynı zamanda emperyalist güçlerin Kafkasya’daki stratejik çıkarlarının açık bir yansımasıdır. İsrail, Azerbaycan’dan aldığı enerjiyle enerji güvenliğini artırırken Azerbaycan da İsrail’den gelişmiş askerî teknoloji ve istihbarat desteği sağlamaktadır. Bu ilişki, ABD’nin bölge politikalarının da önemli bir parçasıdır. İsrail’in desteği, özellikle Ermenistan ile yaşanan çatışmalarda Azerbaycan’ın askerî kapasitesini artırmış; bu da bölgedeki savaşların halkların kaderini belirleyen bir unsur olmaktan çıkıp emperyalist ve yerel burjuva çıkarların savaşı haline gelmesine yol açmıştır. Azerbaycan’ın İsrail’le bu teması ve karşılıklı çıkar ilişkisi büyük olasılıkla daha da güçlenerek devam edecektir.
Bölgede farklı dinamikler de sürecin şekillenmesinde rol oynamaktadır. Bunlardan biri olan Ermenistan, Rusya’yla kurduğu tarihsel bağlara rağmen Batı ve Çin emperyalizmiyle yeni ilişkiler arayışındadır. Ancak Ermeni halkının çıkarları, bu ikili ve çoklu güç mücadelelerinin gölgesinde kalmaktadır. Azerbaycan’ı doğrudan Nahçıvan’a (dolayısıyla Türkiye’ye) bağlayacak Zengezur Koridoru meselesi, halkların kaderinin emperyalist pazarlıklara alet edildiğinin somut bir örneğidir. Bu koridor, Azerbaycan’ın Türkiye ve Batı ile ekonomik bağlantısının kilit unsurudur; Ermenistan içinse jeopolitik bir var oluş meselesidir. ABD’nin sürece müdahil olarak önerdiği “tarafsız garantörlük”, Rusya’nın etkisini kırmayı hedefleyen emperyalist bir manevradır.
Öte yandan Kazakistan, Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesinin önemli aktörlerinden biri olarak bölgesel ekonomik ve siyasî projelerde merkezi bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda Rusya’yla tarihsel bağlarını koruyan Kazakistan’da son dönemde ortaya çıkan ve Rusya’dan yardım istenerek bastırılan halk ayaklanmaları ile buna bağlı klik savaşları, ülkede gelişen siyasî krizlerle birlikte bölgenin istikrarını doğrudan etkilemektedir. Bu gelişmeler, yerel rejimlerin halklar üzerindeki baskısını artırmakta; halkların özgürlük taleplerinin bastırılması, emperyalist devlet ve blokların kendi çıkarları doğrultusunda bölgeyi yeniden dizayn etmesiyle sonuçlanmaktadır.
Kafkasya’nın, enerji kaynakları ve ulaşım koridorları açısından sahip olduğu stratejik değerdeki önem buradaki gerginliğin kaynağıdır. ABD bölgedeki etkisini artırmak, enerji kaynaklarını Batı pazarlarına açmak ve Bir Kuşak Bir Yol projesi bağlamında Çin’in nüfuzunu sınırlamak amacıyla “demokratikleşme”, “barış ve istikrar” iddialarıyla emperyalist müdahalelerde bulunmuş; Türkiye, İsrail gibi müttefiklerini ve yerel iş birlikçilerini aktif şekilde devreye sokmuştur. Özellikle Zengezur Koridoru gibi ulaşım hatlarının kontrolü, ABD’nin bölgedeki ekonomik ve askerî varlığını derinleştirme stratejisinin merkezindedir. Önerilen “tarafsız garantörlük” ve ticari işletmeler aracılığıyla Rusya’yı bölgeden dışlama girişimleri, nüfuz savaşının açık bir göstergesidir. Türkiye ile iş birliği içinde Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan üzerinden NATO’nun genişlemesi ve ABD-AB emperyalist bloklarının bölgeye yerleşmesi temel hedeflerden biridir. ABD’nin bölgede izlediği politika, “Büyük Orta Doğu Projesi”nin de bir devamıdır. Bu politika, bölge halklarının birliğini zedelemeyi; neoliberal piyasa dayatmalarıyla halkların daha da yoksullaşmasını içermektedir. Bu bağlamda ABD’nin Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki müzakereleri manipüle etmesi, doğrudan Rusya’nın bölgedeki etkisini zayıflatmaya yöneliktir. Kullandığı tüm manipülatif söylemlere rağmen bölge halkları emperyalizmi esasen tanımaktadır. Bu coğrafyanın halkları, kendi çıkarlarının emperyalizm tarafından asla korunmayacağını bilir. Emperyalizmin bu bölgedeki tarihi 150 yıla dayanmakta; birikmiş bunca deneyimin öğrettiği şudur: Emperyalizmin tek amacı, kendi hegemonik çıkarlarını sürdürmek ve genişletmektir. Bu gerçek, Rusya için de geçerlidir.
Kafkasya’da yaşanan tüm bu gelişmeler, halkların bağımsızlık, özgürlük ve sosyal adalet taleplerinin önündeki gerçek engelin geçmişte olduğu gibi bugün de bölgesel gericiliğe dayanan emperyalizm olduğunu göstermektedir. Bölge, emperyalist kapitalizmin krizinin bir yansıması olarak dış müdahalelerin ve yerli gericiliklerin yoğunlaştığı bir alan haline gelmiştir. Gün geçtikçe derinleşen mali ve siyasî krizler, bu yoğunlaşmanın süreceğine işaret etmektedir.
Emperyalist güçlerin ve yerli iş birlikçilerinin bölgedeki çıkarlarına karşı halkların devrimci mücadelesi ise Kafkasya’nın geleceğini belirleyecek temel dinamik olacaktır. Bir kez daha halkların cesaretle ayağa kalkmasına ihtiyaç duyulduğu açıktır ve hatta halklar buna zorlanmaktadır. Kafkasya halkları da buna yanıt verecektir. Onlar bilir ki gelecekleri emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin çıkarlarına değil, devrimci enternasyonalist dayanışmaya ve eşitlikçi bir dünyanın inşasına bağlıdır. Tarih, halkların zincirlerini nasıl kırdığını defalarca göstermiştir; bugün de öyle olacaktır.