14 Ağustos’ta Samaa Abu Sharar tarafından Palestine Chronicle için Georges Abdallah ile gerçekleştirilen röportajın çevirisini paylaşıyoruz.
“Gazze’siz Cennet Yok”: Lübnanlı Devrimci Georges Abdallah İle Özel Röportaj
Fransa’nın zindanlarında 41 yılın ardından tahliye edilen efsanevi siyasî tutsak Georges Abdallah; Filistin, direniş, özgürlük ve Arap dünyasının geleceğiyle ilgili sarsılmaz görüşlerinden bahsettiği devrimci bir manifesto sunuyor.
Zindanlar Savaşçıları Değiştirmez
The Palestine Chronicle: Hepimiz Georges Abdallah’ı, hayatını en adil davalara adamış, özellikle Filistin davasına ve her tür sömürgeciliğe karşı mücadeleye adanmış uluslararası bir aktivist olarak tanıyoruz. Peki siz kendinizi nasıl tanımlardınız?
Georges Abdallah: Ben Georges Abdallah; sömürgeciliğe, Siyonist işgale ve emperyalist baskıya karşı ömür boyu mücadele veren bir militanım. Mücadelem, yalnızca bir dava değil; fedakarlığın, şehitlerin ve tutsakların anısına sadakatle bağlı olduğumuz bir tarihsel görevdir. Filistin halkının özgürlüğü, Arap ve dünya emekçilerinin kurtuluşu için cephenin en önünde yer aldım; halkların kardeşliği, ulusal onur ve direnişin örgütlenmesi benim için her şeyden önce gelir. Her sözüm ve her eylemim, ezilenlerin özgürlüğünü ve halkların kaderini kendi ellerine almasını savunmak içindir.
Söyledikleriniz, birçok insanın sizi nasıl algıladığıyla doğrudan ilişkili: büyük mücadelemizde izlenecek doğru yolu temsil eden bir direniş simgesi. Bu yüzden de Georges Abdallah’ın kendini nasıl gördüğü ile insanların onu nasıl gördüğü arasında hiçbir fark yok.
Halkımız Filistin direnişine büyük bir güven duyuyor, bu sebeple her biçimde direnişe yüksek ölçüde değer veriliyor. Halkımız destek sağlamak ve mücadeleyi kolaylaştırmak için hazır. Bugün Gazze ve Batı Şeria’da olanlar bunu doğruluyor. Direniş ordusundaki sıradan bir savaşçı olarak tarihe baktığımda halkımızın sadık olduğunu görüyorum. Devrimlerde hep olduğu gibi şimdi de boşluklar mevcut ama bu bizi durdurmuyor. Gazze’deki kitleler bir deri bir kemik kalmış çocuklarını kucaklıyor, direnmeye devam ediyor ve beyaz bayrağı kaldırmayı reddediyor. Yani bütün öznel ve nesnel sorunlara rağmen direnişin iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Palestine Chronicle: Hapishane sizi değiştirdi mi?
Georges Abdallah: Hapishane savaşçıları değiştirmez. Aslında hapishane, direniş kuvvetlerinden gereken dayanışma sağlanırsa sağlam pozisyonlar oluşturmaya yardımcı olur, ki bu benim başıma gelen şeydir.
Palestine Chronicle: O halde bu demek oluyor ki 41 yıl önce hapse atılan Georges Abdallah, hapisten aynı adam olarak çıktı?
Georges Abdallah: Daha tecrübeli ve mücadeleye katkı vermeye daha fazla istekli, yaş almış bir savaşçı.
Palestine Chronicle: Hapiste zamanınızı nasıl geçirdiniz?
Georges Abdallah: Aslında hapishanede geçen zaman, savaşçılar ve eylemciler için hayattaki önceliklerin düzenlendiği bir çerçevedir. Eğer eylemci, dayanışmayı bulduysa, yani ulusumuzun kitlelerinin günlük mücadelesinde dayanışmayı bir pratiğe dönüştürmüş bir grup insana sahipse, işte o zaman tutsak eylemci, olağanüstü durumlarda yapması gerekeni yapan bir savaşçıdır.
Zaman daralır; okuma olsun, müdahaleler olsun veya mücadelenin desteklenmesi için gerekli gördüğü diğer şeyler olsun, eylemcinin uygun gördüğü her şeyi yapmak için yeterli zamanı kalmaz. Bu durum bana da uygulanmıştır.
Palestine Chronicle: Yani hapishanede zamanınız az mıydı?
Georges Abdallah: Bir savaşçı ve eylemciden beklenenleri yapmak için yeterince zaman yoktu. Yeteneklerimin izin verdiği ölçüde elimden geleni yaptım.
Palestine Chronicle: Al Mayadeen ile röportajınızda, hapishanedeki günlerinizin oldukça düzenli olduğunu ve çoğunlukla size ulaşan postaları okumayı içeren bir günlük rutininiz olduğunu belirtmiştiniz. Hapishanede geçirdiğiniz süre boyunca kimlerle mektuplaştınız?
Georges Abdallah: Hapishanede bulunmuş veya orada kalan savaşçılar ve eylemcilerle, ailemle ve arkadaşlarla. Çeşitli ülkelerdeki kitlelerin mücadelesiyle elde edilen tesislerin varlığı göz önünde bulundurulduğunda bu normal. Fransız hapishanelerinde, yetkili makamlara numarayı vermeniz koşuluyla istediğiniz kişiyi arayabilmeniz için bir telefon kullanımınıza sunulurdu. Böylece istediğiniz kişiyle iletişime geçebilirdiniz.
Kitaplar, yoldaşlar tarafından sağlanırdı, yani okumak ve başka şeyler yapmak için birçok fırsatınız olurdu. Fakat okunması gerekenleri okumak ve bu konular üzerinden süregelen tartışmalara katılmak için çok vakte ihtiyaç vardı.
Palestine Chronicle: Çok fazla telefon görüşmesi yapan insanlardan biri miydiniz?
Georges Abdallah: Yapması gerekenleri yapanlardan biriydim.
Palestine Chronicle: Telefon görüşmelerinizi daha çok arkadaşlarınızla mı yoksa aile üyelerinizle mi yaptınız?
Georges Abdallah: Aile tabii ki de iletişim çevremin bir parçasıydı. Tabiri caizse evden mücadele alanına uzanan bir süreklilik var. Lübnan’la ilgili kaygılar hayatımda önemli bir yer tutuyor; bu yüzden de ailemle, arkadaşlarımla, yakınlarımla ve ülkemizdeki ve yurtdışındaki diğer tüm mücadele biçimleriyle daima iletişimdeyim. Bu açıdan kendimi izole edilmiş hissetmedim.
Palestine Chronicle: Hapishanede psikolojik veya fiziksel şiddete maruz kaldınız mı?
Georges Abdallah: Bütün savaşçıların ve eylemcilerin maruz kaldığı her şeye ben de maruz kaldım. İşlemlerin benim için bir sorun teşkil etmediğini söyleyebilirim. Diğer bir deyişle, şahsen bana özel hiçbir baskıya maruz kalmadım ve objektif bir açıdan bakıldığında da elimin altında yoldaşlarımın bana sunduğu birçok kaynak vardı.
Sayıca çok yoldaş vardı ve hepsi de hapishanede benimle görüşebilmek için dönüşümlü bir şekilde geliyorlardı. Böylece hiç yabancılık veya yalnızlık hissetmedim. Dayanışma hareketi günlük mücadelenin bir parçası; yani bu anlamda kişisel bir kaygı yoktu. Zamana karşı bir mücadele var. Bütün bu zamanı mümkün olduğunca okumalarımı ve müdahalelerimi derinleştirmek için kullanmak istedim. Fakat bu zaman, hayattaki öncelikler sebebiyle de kısıtlıydı.
Palestine Chronicle: Hapishanede geçirdiğiniz sürede, elbette özgürlük haricinde en çok neyi özlediniz?
Georges Abdallah: Aslında hayatın tüm yönlerini ve ifade biçimlerini özledim.
Palestine Chronicle: Ne gibi?
Georges Abdallah: Her şeyi. En çok neyi özlediğimi söylemek kolay değil: ailemi, yakınlarımı, yıldızları, ağaçları ve hayvanları. Yoldaşlarınızı özlüyorsunuz, onlarla yaptığınız tartışmaları özlüyorsunuz. Özellikle birisine öncelik vermek gibi bir durum yok.
Palestine Chronicle: Zamanda geriye gidebilseydiniz mücadelenizde bir şeyleri daha farklı yapar mıydınız?
Georges Abdallah: Şu an için kavgamın özeleştirisini yapmıyorum. Mücadelem boyunca, mücadelenin yoluna uygun olduğunu düşündüğüm her şeyi yaptım. Tabii ki herkes gibi başarılar ve başarısızlıklar mevcut ve tüm bunları geliştirmek de mümkün.
Ancak genel olarak mücadele yolumdan memnunum. Mütevazılığına rağmen var olan kitle tabanı çerçevesinde, halkımızın diğer tüm savaşçılarının ve eylemcilerinin mücadelesi gibi kabul edilebilir bir durumda.
Palestine Chronicle: Filistin ve Lübnan hakkında konuşalım. Birçok röportajda Georges Abdallah ile dayanışmanın Filistin’le dayanışmaya eş veya onun bir parçası olduğunu belirttiniz.
Georges Abdallah: Georges Abdallah ile dayanışma, ancak Gazze’deki soykırım savaşına karşı mücadeleye dahil olduğu müddetçe anlamlıdır. Dayanışmaya dair meseleler ışığında ortaya çıkan mücadeleye dahildir, bu çerçevenin dışında veya paralelinde değildir. Bu çerçevenin parçasıdır ve bence çok etkili de oldu.
Palestine Chronicle: Sizce “Aksa Tufanı” operasyonu gerçekleşmeseydi, bugün aramızda olur muydunuz?
Georges Abdallah: “Aksa Tufanı” operasyonu oldukça önemli. Ancak benim davam, “Aksa Tufanı” operasyonunun detaylarına girmeden açıklanamaz. “Aksa Tufanı” operasyonu, zamanlama ve etkililik açısından çok iyiydi. Her ne kadar tek tük eksiklikleri tespit edebilsek de bunun için kendimizi kırbaçlayacak durumda değiliz: operasyonun kendisini değerlendirecek durumdayız.
Bu operasyon doğru zamanda gerçekleşti, çok uygundu ve onu sürdürenlere ve yaşayanlara yeni sorumluluklar yükleyerek mücadeleyi ileriye taşıdı. Umuyorum ki Filistin devrimi kadrosundaki yoldaşlar, Filistin devriminin ulusal programını incelemekte başarılı olacaklar. Filistin ulusal programının tarihi bir çıkmazın içinde olduğunu biliyoruz.
“Aksa Tufanı” operasyonunun bazı hususları açığa kavuşturmada ve belli sapmaları düzeltmede bir rol oynayacağı kesindir. Fakat, Filistin ulusal projesi krizini çözmeden bu çıkmazda kalacak ve bunun bedelini ağır ödeyeceğiz. Bu krizi çözmek için çaba göstermek, Filistin sahnesindeki mevcut tüm güçlerin görevidir, zira bu bir krizdir ve ulusal veya ulusal olmayan bir birlik meselesi değildir. Kriz, bundan daha derindir ve Filistin ulusal kurtuluş hareketinin bir parçası olmayı hak etmek için yapılması gerekenleri yapmak, bütün faal güçlerin sorumluluğudur.
Palestine Chronicle: Nedir bu kriz?
Georges Abdallah: Kriz, bütününde Filistin ulusal projesinin tüm yönlerini etkiliyor. İsrail, Batı emperyalizminin organik bir uzantısıdır. İsrail bir koloni veya basit bir yerleşim kolonisi değildir. Bu emperyalist Batı’nın organik bir uzantısıdır. Sonuç olarak da bu emperyalist Batı’yla yüzleşmek için emperyalist sistemin kapitalist biçimindeki krizini aşmak zorunlu. Bu organik uzantıya karşı çıkan herkesin kapitalizme düşman bir yerde kendini konumlandırması gerekir.
Bundan dolayı İslamcı, milliyetçi, yarı milliyetçi, devlet yanlısı gibi Filistin burjuvazisinin farklı biçimlerdeki liderleri, bu açıdan bir sorunla karşı karşıya. Ve Filistin solu, şimdiye kadar bu organik uzantıyla yüzleşmek için ulusal bir birlik kurmayı ve ulusal birliğin varlığını beyan etmeyi başaramadığından dolayı da oldukça utanç verici bir durumun içerisinde bulunuyor. Tabii ki bu noktada herkesin omuzlarına büyük sorumluluklar yükleniyor.
Bununla birlikte, direniş hâlâ oldukça güçlü. Her ne kadar Gazzeli çocuklar bir deri bir kemik kalmış ve bir bardak süte muhtaç durumda olsalar da halk kitlelerimiz, kayda değer ve gelişmiş bir fayda ile Siyonist düşmanla yüzleşmeye devam ediyor. Ancak Gazze, beyaz bayrak kaldırmayacak ve bu da çok önemli bir husus. Nasıl ilerleyeceğimiz konusunda ise kararı verecek olan Filistin yönetimi.
Palestine Chronicle: Ama biz bu konu hakkında söyleyeceklerinizi duymak için sabırsızlanıyoruz!
Georges Abdallah: Herkes kaygılıdır, fakat Filistin devriminin gerçek önderleri en iyi bilenlerdir ve bir dizi soruya yanıt vermek zorundadırlar. Ulusal projenin krizi, Oslo krizi, Filistin Yönetimi krizi, Fetih ile Hamas arasındaki bölünme krizi, Filistin güçlerinin dağınıklığı krizi, adları var ama fiiliyatta yok olmuş örgütlerin emekliliği krizi, Filistin devriminin anası olan Fetih’in krizi… Bütün bunlara yanıt vermekle yükümlüdürler.
Fetih nerededir, Fetih şimdi nedir? Fetih nerede ve Hamas nerede? İkisi de ne yapıyor? Kriz karmaşık ve çok boyutludur. Filistin halkının bu krizi çözmek için entelektüel, örgütsel ve direniş kapasitesi vardır, fakat her düzeyde çok şey gerekmektedir. Filistin Yönetimi’nde yaklaşık 60.000 tam zamanlı savaşçının görevlerinin yalnızca İsrail’le güvenlik koordinasyonu olması kabul edilemez. Peki ulusal birlikten söz ederken hangi ulusal birlikten bahsediyoruz? Fedaileri kovalayıp İsrail’e teslim eden 60.000 savaşçının birliği mi, yoksa açlıktan çocuklarının ölümüne tanık olup hâlâ bayrağı yükseltenlerin birliği mi? Hepimiz biliyoruz ki, bir iç savaşın tehlikeleri büyüktür; fakat ulusal projenin açmazı hâlâ ortadadır.
Bütün Filistin örgütlerinin önderleri Pekin konferansında bir konuda anlaştılar, ama sonucu ne oldu? Sonuç, İsmail Haniye’nin suikasta uğraması oldu. Neden Haniye’ye suikast? Çünkü o, Hamas içinde birliği savunan kanadın parçasıydı. Bu, Filistin Yönetimi’nin de bu çağrıyı benimsediği anlamına gelmez. İşte bu, ulusal projenin krizidir. Sorumluluk, Filistin’de ve Filistin dışında olanlardadır; Gazze ve Batı Şeria’daki direnişçilerde, hatta Filistin Yönetimi’nin bir parçası olanlarda ve İsrail zindanlarındaki tutsaklardadır. Elbette bu büyük bir krizdir, fakat eminim ki Filistin toplumunun etkin unsurları bunu aşmayı başaracaktır.
Palestine Chronicle: “Aksa Tufanı” projesine kısaca değindiniz. İlk duyduğunuzda şaşırmış mıydınız?
Georges Abdallah: Aksa Tufanı” operasyonu herkesi şaşırttı ve bu durum kendi başına bir meseledir; ulusal projenin kriz kapsamına girer. Bu, operasyonun değerini kesinlikle azaltmaz. “Aksa Tufanı”, İsrail ile çatışma tarihinin dönüm noktasıdır; ancak aynı zamanda herkese muazzam sorumluluklar yükler. Düşman artık varlığının son perdesinde olduğunu çok iyi biliyor; bu bir askeri yenilgi meselesi değildir. “Aksa Tufanı” operasyonu, bu son perdenin önceliklerini belirlemede ilk adımdır.
Herkes bu sorumluluğu üstlenmelidir; özellikle Filistin’de ve Filistin dışında mücadelenin önceliklerinden sorumlu olanlar. Arap sokağı da sorumludur ve ulusal projeden sorumlu olanlar sormalıdır: Arap sokağının bu terk edişinin nedeni nedir?
Filistin liderliği bu terk edişten yabancı değildir. Mısır ve BAE arabuluculuk rolleri üstlenirken, Mısırlı kitlelerin mücadelenin ön saflarında olmadıkları için özür dilemesini nasıl bekleyebiliriz? Bu büyük bir krizdir. Filistin devriminin değeri, Arap devriminin kaldıraç işlevinde yatar. Tarihsel olarak Arap devriminin kaldıraç işlevini görmüştür; fakat artık çeşitli sebeplerle bu rolü oynamamaktadır. Filistin liderliği, bu rolü neden terk ettiğini açıklamak zorundadır.
Ben Katar’ı, Amerikan emperyalizminin ana üssünü barındıran bir arabulucu olarak görüyorum. Soru şu: kimler arasında bir arabuluculuk söz konusu? Mısır’ı da 120 milyonluk Arap nüfusuyla bir arabulucu olarak görüyorum; aynı soru geçerlidir. Mısır, El Ezher’dir ve El Ezher bir turizm ajansı değildir; bu kurum, farklı renkten insanlarla bu ulusun tüm değerlerini kapsayan medeni bir kurumdur. 80 milyon insan El Ezher’i otorite olarak kabul eder. Peki, 80 milyon nerede? Bu hareketsizlikten kim sorumlu? El Ezher sorumludur. Ne yapmıştır ve Filistin devriminin bu bağlamdaki rolü nedir?
Seksen milyondan sadece biri, yani bir milyon kişi, Rafah’a gidip orada namaz kılmakla yeterlidir. Onların silah taşımaları veya bunu Hamas’a, Filistin Kurtuluş Cephesi’ne ya da başka bir fraksiyona sunmaları gerekmez; yapmaları gereken tek şey Gazze’deki çocuklara bir bardak su veya süt vermektir. Bu hareketsizlikten El Ezher sorumludur. El Ezher bilmelidir ki, namazları Gazze geçişinde yapılmadığı sürece kabul edilmez. Ayrıca bilinmelidir ki, Mısır’daki tüm inananlar için cennete giden bir yol yoktur; çünkü Filistin çocukları yükselirken bütün yolları kaplamıştır. Cennete girmek isteyenler Gazze’ye gelmek zorundadır; aksi takdirde onlar için cennet yoktur.
El Ezher, Filistinli Şeyhler ve İslami hareketlerin liderleri bunu çok iyi bilmektedir. Mısır’ın arabulucu mu yoksa bu soykırımın bir ortağı mı olduğunu belirleyecek olan onlardır. Suudi Arabistan ve Muhammed Bin Abdallah’ın görevlerini yerine getirip getirmediğini de onlar bilir. Muhammed Bin Abdallah’ın Kâbesi bir antika kap değil; bu ulusun her şeyini somutlaştırır. Peki bu süreçte Kâbe nerede?
Palestine Chronicle: Arap halklarının güçsüz olduğunu, diktatörler ve İsrailli ajanlar tarafından yönetildiğini söyleyenlere katılıyor musunuz?
Georges Abdallah: Bu kesinlikle kabul edilemez. Arap rejimleri ajan değildir; aslında devam eden soykırıma bizzat katılıyorlar ve bu tartışmaya açık bir konu değildir. Ancak gördüğüm şudur ki, Mısır’da sokakta gösteri yaptıkları için bir tek kişi bile öldürülmedi; çünkü gösteri yapmadılar. Peki, Gazze’ye dayanışma için bir bardak su vermek amacıyla İsveç’ten gelen genç Greta nerede? Belçika’dan gelen ve Gazze’ye bir bardak sütle dayanışma gösteren Rima El Hasan nerede?
Mısır’ın denizcileri nerede? Bu aktivistler, balık taşımaya bile uygun olmayan bir tekneyle gelmişti ve Mısır’ın denizcileri “maymun gibi” izledi. Tüm bunlar içinde Filistin devrimi nerede? İhanet tüm Arap dünyasına yayılmış durumda; Yemen’de veya diğer Arap şehirlerinde yapılan bir gösteri yeterli değildir. Ürdün nerede? Ürdün halkı nerede? Aslen Filistinli olan Amman halkının %60’ı nerede? Elbette, tüm bunlar ulusal projenin krizinin kapsamına giriyor; çünkü bu güçler ulusal eylemlerden sorumludur. Filistin ulusal eylemi ya Filistin’i tüm Arap ulusu için devrimci bir kaldıraç olarak yükseltir, ya da bu rejimleri koruma işlevi görür.
Filistin Chronicle: Gazze’deki vahşetin ardından, direniş projesine inanan birçok kişi artık inanmıyor. Buna ne diyorsunuz?
Georges Abdallah: Ben böyle insanları görmüyorum. Ben, çocuklarının iskelet gibi titremesine tanık olan ama buna rağmen beyaz bayrağı değil kızıl bayrağı yükselten Gazzeli anne babaları görüyorum. Gazze henüz beyaz bayrağı kaldırmadı ve Gazze’nin yığınları da Gazze’yi terk etmeyecek. Kendi kendine dövünmeye ya da moralin çöktüğünü iddia etmeye vakit yok.
Gazze’de kahramanlar var. Bu gezegende Gazze’deki insanlar gibisi yok. Gazze, Hiroşima’ya atılanın üç katı darbeyi aldı. Gazze’ye 17 bin ton bomba yağdırıldı; oysa Almanya’daki Dresden 5 bin tonla vuruldu. Dresden düştü ama Gazze teslim olmadı. Bugün Avrupa’da Filistin özgürlüğünün simgesi kefiyeyi kaldırmayan tek bir şehir yok.
Filistin devrimi, tarihsel olarak hiçbir zaman bugünkü kadar küresel sahnede öne çıkmamıştı. Sorun, ulusal projemizde ve ulusal önderliğimizde yatıyor. Dünyanın dört bir yanında halklar Gazze’nin yanında duruyor. Peki, bizim önderlerimiz gerçekten Gazze’nin yanında mı? Amerika’daki Yahudi gençliğinin yüzde 30 ila 35’i Filistin kefiyesi ve Filistin bayrağı kaldırıp bu Siyonist varlığın hem Yahudi halkının hem de Filistin’in düşmanı olduğunu ilan ediyorsa, bunun anlamı nedir? Bu, İsrail’in varlığının geri sayımının başladığı anlamına gelir. Peki, bütün bunların içinde bizim önderlerimiz nerede? Önderlerin yalnızca şehit edilmesi ya da kovalanması yetmez. Halkın enerjisini tespit etmeleri ve onu yatırıma dönüştürmeleri gerekir. Yine de bu olmuyor, çünkü bu durum sözünü ettiğimiz krizin bir parçasıdır.
Unutmayalım ki, İsrail zindanlarındaki Filistin devrimi tutsaklarının yüzde 50’sinden fazlası Fetih’tendir. Ancak Oslo Anlaşmaları’nı yapan da ulusal projenin krizine yol açan da yine Fetih’tir. Yine de Fetih, şehitlerin anası, devrimin anası, tutsakların anasıdır. Ulusal projenin açmazı da budur. Feth’in üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası İsrail esaretindeyken, 60 bin Fetih savaşçısının Abbas ve diğerlerinin komutası altında paralı asker haline gelmesini nasıl açıklayacağız? İşte bu ulusal projenin krizinin somutlaşmış halidir.
Bu meselelerin Fetih hareketi önderliği tarafından ele alınması gerekir. Bu, yüzleşmemiz gereken bir gerçektir. Peki, onlarla nasıl yüzleşilecek? Filistin mücadelesini her yerde önderlik eden güçler bu sorulara cevap vermek zorunda. Yine, Filistin dışındaki kamplarımızın statüsü ve geleceği konusunda da yanıt vermeleri gerekir. Filistin devrimi, kampların devrimidir. Filistin halkı, kampların halkıdır. Kamplar olmadan Filistin halkı yoktur. Kamplar Filistin kimliğidir. Bugün kamplarımız nerede? Bugün Sabra ve Şatilla ne durumdadır? Kamp içindeki Filistinlilerin oranı nedir? Gelecekleri nedir? Bu sorulara ilgili önderler yanıt vermelidir.
Bu kamplar bize söylendiği gibi güvenlik kaosu alanları değil, esasen yarı-kurtarılmış bölgelerdir. Onlar, Filistin’in kurtuluşunun bütün özelliklerini taşımaktadırlar; fuhuş, uyuşturucu kaçakçılığı vb. merkezler değildirler. Peki, kampların sorumluluğunu kim taşımaktadır? İşte yine, bu da ulusal projenin krizidir.
Filistin Chronicle: Gazze’deki soykırımdan sonra Filistin’de manzara nasıl olacak?
Georges Abdallah: Gazze’deki soykırım devam etmeyecek. Soykırım başarıya ulaşamayacak ve hem Gazze hem Batı Şeria zafer kazanacak; İsrail ise varlığının son perdesine tanıklık edecek. Bu, şiirsel bir söylem değil.
Filistin Chronicle: Bunu birden fazla söyleşinizde tekrarladınız.
Georges Abdallah: Tekrarlayan yalnızca ben değilim. Anlamamız gerekir ki, İsrail şu an yaşadığı şeyleri tarih boyunca hiç yaşamadı; işte bu yüzden bütün barbarca stoklarını üzerimize kullanacak. Bu, öldürme makinesini en yüksek seviyeye çıkarmak anlamına geliyor. İsrail, önümüzdeki günlerde, haftalarda ve aylarda halklarımızın üzerine elinde kalan bütün barbarlığını boca edecek. Ulusal projenin önderleri bu koşullarda ne yapacak? “Aksa Tufanı” operasyonunu planlayanlar buna nasıl karşılık verecek? Bu, bütün fraksiyonların yanıt vermesi gereken bir sorudur.
Bir önder, Yahya Sinvar gibi, Katar’daki bir sığınakta ya da başka bir yerde kaçak olarak değil, şehit düşerek yaşamını yitiriyorsa, onun direnişi mutlaka zafere ulaşır. Halkımızın direnişi zafere ulaşacak. Sinvar ve Haniye gibi ne kaçan ne de ‘barış’ arayışına giren önderler sayesinde zafer kazanılacak. Bu önderler ve onların direnişi mağlup edilemez. Halkımız bunun bilincindedir ve beyaz bayrak kaldırmayacaktır; ne Gazze’de, ne başka bir yerde. Buna bağlı olarak, mevcut önderlerin ulusal krize çözüm bulma sorumluluğu büyüktür. Bu çözümler er ya da geç gelecektir, fakat geç kalmasının ağır bir insanî bedeli olduğunu derin bir üzüntüyle ifade etmek gerekir.
Sol-İslam İkileminin Çözümü
Filistin Chronicle: Gazze soykırımı bir dünya devrimini tetikleyebilir mi?
Georges Abdallah: Bu er ya da geç gerçekleşmek zorunda; bugün olmazsa yarın. En büyük sorumluluk devrimin önderlerinin omuzlarındadır; bir sonraki aşamayı öngörmek benim değil, onların görevidir.
Filistin Chronicle: Arap dünyasındaki İslami devrimleri nasıl görüyorsunuz? Yaklaşımınız birçok solcudan farklı gibi. Meseleyi ideolojik değil, daha çok pratik bir açıdan ele aldığınız izlenimini ediniyoruz. Bu doğru mu?
Georges Abdallah: Biz ideolojik bir yarış içinde değiliz; bizim halkımız Arap halklarıdır ve onların çoğunluğu Müslümandır. Bu, halkımızın organik yapısıdır; bir ideolojik tercih değil. Bu insanlar ellerinde ne varsa onunla direniyorlar; ister Kur’an, ister bilimsel bir analiz, ister bir füze olsun. Arap kitlelerinin elinde ne varsa onu ortaya çıkarmak, mücadelenin sorumlularının görevidir.
Mısırlı arabuluculuk yaparken, Katarlı en büyük Amerikan üssünü barındırırken, ben Arap kitlelerine hangi mesajı veriyorum? Mısır istihbaratıyla buluşup onların Katarlı ve Amerikalı istihbaratla koordinasyonundan bir devrim ya da ulusal proje çıkışı bekleyebilir miyim? Şüpheliyim. Bütün bunlar, Arap kitlelerinin hareketsizliği dahil, içine düştüğümüz çıkmazın bir parçasıdır.
Filistin Chronicle: Sizce sol ile mevcut İslami devrimler arasında bir buluşma noktası olabilir mi?
Georges Abdallah: Tüm kurtuluş hareketleri, bütün toplumsal aktörlerin birlikte hareket ettiği bir ulusal proje inşa etmiştir. Nerede bir devrim başarıya ulaştıysa, bu ulusal birlik sayesinde oldu. Ancak bu birlik, yalnızca bir kişinin diğerine el sıkması değildir; aslında bütün halk blokunun bir araya gelip ortak bir projeyi omuzlamasıdır.
Al-Azhar örneğini alalım. Filistin’le bağı olan herhangi bir Arap ya da aktivist gibi, ben meseleyi Marksist ideolojiyle İslami ideoloji arasındaki ilişki açısından görmüyorum; halkımızın hareketi içindeki nesnel konumu açısından görüyorum. Aynı şey Mekke için de geçerlidir. Ona ideolojik açıdan bakmam, onun dünya Müslümanları için taşıdığı anlam açısından bakarım. Ulusal projeyi yönetenler, ‘Kıble’lerini kullanarak dünya halklarını Filistin’e yönlendirmek için ne yaptılar? Bunu ne komünist olduğum için ne de inançlı olduğum için söylüyorum; meseleyle en ufak bağı olan herkesin bakıp “bu kabul edilemez” diyeceği yalın bir gerçek olduğu için söylüyorum.
Lübnan: Direnmek mi, “İzlemek” mi
Filistin Chronicle: Lübnan’a geçelim. Sloganların ötesinde, oradaki durumu nasıl görüyorsunuz?
Georges Abdallah: Durum hassas ama aynı zamanda iyidir. Direniş, en iyi önderlerini şehitler olarak feda etmiştir.
Filistin Chronicle: Peki, bu insanlarla ne yapacağız?
Georges Abdallah: Bu, direnişin ve direniş yığınlarının sorumluluğudur: düşmanla iş birliği eden güçleri nasıl izole edeceklerini ve bu güçlerin kitlelerine nasıl açılacaklarını tespit etmek. Ben ömrümü esarette geçirmedim, vatan için canını veren de öyle etmedi, nihayetinde ülkenin egemenliğini temsil etmiyor diye yaftalanmak için değil. Vatanı savunanlar bu ülkenin egemenliğidir; İsrail’i memnun etmeye hazır olanlar değil.
Ordu ile direniş arasında çelişki var demek yanlıştır. Bana göre, her bir direnişçi gibi bizim görevimiz, herhangi bir direnişe gerekçe teşkil edecek koşulları ortadan kaldıracak çok güçlü bir ulusal ordu inşa etmektir. Bu bizim hırsımızdır. Hedefimiz, bir askerin onurlu bir maaş almasıdır — ayda yirmi dolar değil — ailesini geçindirebilecek ve ülkeyi savunabilecek bir maaş.
Direnişin liderliğinin, ülkenin egemenliğini ve vatanı savunma sorumluluğunu yerine getirmekte başarısız olanları izole eden ulusal bir devlet inşa etmek için sahip olduğu tüm imkânlarla herkese açılacak cesarete ve netliğe sahip olması gerekir. Hepimizin güvende olduğu bir vatan; aksi halde hepimiz kaybederiz ve hiçbir parti diğerinin üzerinde zafer kazanamaz.
Filistin Chronicle: Peki, böyle bir orduyu kurana kadar, direnişin sürmesi gerektiğine inanıyor musunuz?
Georges Abdallah: Elbette, aksi durumda ne yapacağız? Dünyanın her yerinde direniş, herhangi bir saldırıya karşı ilk cevaptır. Umarım, bizi savunabilecek ve tüm direnişin yerini alabilecek güçlü bir ordu kurmayı başarırız. Ama bu olana kadar, İsrail’in karşısında çıplak mı kalayım? Burada veya orada bir açıklama yaparak mı yüzleşeyim? Ben, İsrail’i düşman olarak gören bir ordu istiyorum.
Bizim askerlerimiz onurludur; mafya üyesi değillerdir. Lübnan’ın her yerinden gelmişlerdir ama ülkeyi ve bizi savunabilecek şekilde iyi eğitilmeli ve donatılmalıdırlar. Bize ABD, Fransa ve İngiltere dostumuz diyor. Harika, o zaman ordumuza silah versinler. Ama gelip bana, “ABD dostumuzdur” derken aynı zamanda silahlarımızı teslim etmemizi ve İsrail’i tanımamızı istemek ya da aksi takdirde İsrail’in sizi cezalandıracağını söylemek kabul edilemez. Ben sahip olduğum tüm araçlarla direnişe devam edeceğim. Direniş, Amerikan elçisini veya başka birini ağırlamayı kabul etmemeliydi. Biz, bu ülkenin halkı olarak bir araya gelmeli ve düşmana nasıl direneceğimizi, nasıl teslim olmayacağımızı belirlemeliyiz; normalleşme değil, mücadele belirlemeliyiz.
Herkes bugün Lübnan’dan ne beklendiğini çok iyi biliyor. Lübnan’dan Arap kimliğinden, özellikle Filistin meselesinden vazgeçmesi ve Siyonist düşmanla barış içinde yaşaması isteniyor. Bu düşmanla hiçbir zaman ne bugün ne yarın ne de öbür gün bir arada yaşam mümkün değildir. Eğer biri bu normalleşmeyi desteklerse, direniş ona karşı savaşacaktır. Eğer bir parti bu normalleşmeyi desteklerse, direniş ona da karşı duracaktır. Eğer bir mezhep normalleşmeyi kabul ederse, direniş buna da karşı çıkacaktır. İster kumar oynamak isteyen oynasın, ama normalleşme olmayacaktır çünkü halkımız bunu kabul etmez; halkımız dirençli bir halktır.
Mevcut direnişin bazı eksiklikleri olabilir ve biz de bazı çekincelere sahip olabiliriz. Buyurun, bana daha iyi bir direniş getirin. Ama gelip bana, “Bu direniş iyi değil, sana bir İsrail askeri getireceğim” derseniz, ben hem size hem de o İsrail askerine karşı savaşırım. Lübnan’daki karmaşıklığa rağmen, mesele bu kadar basittir.
Şam’da, direniş projesine, devlete ve topluma yönelik saldırının yaşandığı bir modelimiz var. Lübnan’ın mezheplere ve kabilelere bölünmesini istiyorlar! Devleti ve orduyu çökertip bizi savaşan milisler hâline getirmek istiyorlar, sonra Amerika ve İsrail gelip her mezhebe, “Diğerinden seni koruyacağım” diyecek.
Lübnan’da önerilen, Suriye’de olanla aynıdır. Bu, direnişimizin yığınları tarafından karşılanacaktır. Daha iyi bir direniş mi istiyorsunuz? Daha iyisini inşa etmek için çalışın. Ama gelip bana, Lübnan’ın egemenliği uğruna İsrail’e teslim olmanız gerektiğini söylerseniz—bu saçmalık olur. Egemenlik bir elbise değildir; egemenlik, ülkeyi korumak için alınan operasyonel önlemlerdir. İsrail, Lübnan topraklarının bir kısmını işgal etmiş; ne yapmalıyım? Bazıları, ona teslim olmanız gerektiğini ve barış içinde yaşayacağınızı söylüyor. Ben onlara hayır derim; halkımız tarih boyunca milyonlarca şehit verdi ve bu oluşumla hiçbir zaman ittifak kurmadı ve kurmayacaktır.
Filistin Chronicle: Son olarak, hayatınızdan korkuyor musunuz?
Georges Abdallah: Hayır, hiçbir şeyden korkmuyorum. Georges Abdallah, herkes gibi sıradan bir vatandaştır; ayrıca cesur biri de değildir.
Filistin Chronicle: Peki, zamanınızı şu sıralar nasıl geçiriyorsunuz?
Georges Abdallah: Gördüğünüz gibi, zamanımı röportajlar arasında ve arkadaşlarımı ağırlayarak geçiriyorum. Daha sonra kampları ziyaret etmek, arkadaşlarımı görmek ve halkımın durumunu öğrenmek istiyorum.








