İnsan tarih boyunca, evrenin hareket yasalarını anlamayan çalışmış ve bilincin ürünü olarak ortaya çıkan çevresine olan farkındalığının sınırları, bilincinin gelişim aşamaları ile paralel olarak genişlemiştir. Farkındalık ve eleştiri yeteneği, insanın kendisini ve çevresini yalnızca anlamakla kalmayıp, değiştirme kabiliyeti geliştirmesini de sağlamıştır. Yani diyebiliriz ki insanın türünü tanımlamasına olanak veren temel olgular kendisinin ve çevresinin farkında olması, onu ihtiyaçlarına göre değişime uğratması, pratikten açığa çıkan bilgiyi nesiller boyu aktarabilmesi, üretim gerçekleştirebilme becerisinin olmasıdır.
İnsan bilincinin ve insanın tarihsel gelişimi, aynı zamanda insana bir bilgi birikim sağlama olanağı vermiştir. Çevreye dair artan bilgi havuzu ise daha fazla müdahale ve değişim olanaklarını da beraberinde getirmiştir. Bu değişim, tabiatın bilinçsiz hareketine, bilinçli müdahale gerçekleştirme pratiğinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır; ancak bilinçli hareket henüz tabiatın kudretinin yanında oldukça çelimsiz kalmaktadır. İnsan toplumunun varlığını tehdit altına alan çelişkiler ne yeterince gündemdedir ne de çözüme yakındır. Toplumsal varlığı tehdit altına alan sorunlara müdahale etmesi için gereken yoğunlaşma yetersizdir çünkü toplumunun yapısına dair çelişkiler henüz belirleyici durumdadır, bu çelişkileri çözmeden de tabiatı etkin biçimde değiştirme mücadelesi vermesinin yolu yoktur. İnsan toplumunun gerçek bir toplum haline dönüşmeden yani tüm faaliyetlerini toplumsallaştırmadan varlığını tehdit altına alan çelişkilere yoğunlaşması pek mümkün değildir.
İnsan toplumunun bugün veya gelecekte bir bütün olarak varlığını tehdit eden onlarca faktör bulunmaktadır. Bunların bazıları tabiat kaynaklıdır ve insanın bu sorunlara bugünden bakıldığında alabileceği pek bir önlem de yoktur. Ciddi kozmolojik olaylar, bunun en büyük örneğidir. Güneşte kimi nükleer aktivitelerin artması sonucu artan radyasyonun bir iç gezegen olan dünyayı yaşanmayacak hale getirmesi, büyük ölçekli asteroitlerin bombardımanı gibi olgular oldukça mümkündür ve insan faaliyetlerinin dışında yer alan tehditlerdir. Her ne kadar bugünden yarına böyle bir tehdit görünmese de güneş sistemimize dahi bilgimizin ve müdahale yeteneklerimizin sınırlılığı, insan toplumu için varlık sorunu açığa çıkarmaktadır ya da insan kaynaklı olarak küresel iklim değişikliği gibi olgular, daha kısa vadede insan toplumu için bir varlık sorunu açığa çıkarmaktadır. İnsan faaliyetleri, kendi toplumsal varlığına yönelik bu tehditleri ortadan kaldırmak bir yana, var olan yapısı ile bu tehditleri büyüterek ilerlemektedir. Nükleer felaketler ve askerî faaliyetler, halk sağlığını tehdit edecek biçimde gezegenin her köşesinde talan gerçekleştirmek yine bu olgular arasındadır.
Bunlardan belki de en önemlisi, birey ve halk sağlığının güvence altına alınma sorunudur. Öyle ki insan toplumunun ortaya çıkışından bugüne varlığını devam ettiren, henüz daha istatistiklerde ölüm oranlarına önemli etkisi olan yaygın hastalıklar mevcuttur.
İnsan Vücudunun ve Hastalıkların Evrimi
İnsan vücudu bir organizma olarak, yaşamsal faaliyetlerini sürdürecek biçimde çeşitli sistemlerden oluşur. Bu sistemler, karmaşık biçimde insanın yaşamsal faaliyetlerini düzenlerken bir diğer yandan da sürekli olarak nesiller boyu değişime uğrar. Bu değişimlere kaynaklık eden temelde iki olgu vardır, birincisi genetik mutasyon veya hatalar, ikincisi ise çevresel faktörlerdir. İkinci olgunun ne biçimde etki ettiğine dair tartışmalar henüz devam ediyor olsa da bu faktörün evrim sürecinde ciddi bir etkisi olduğuna dair bilimsel kanı gittikçe olgunlaşmaktadır.
Her nesil değişiminde veya bir nesil içerisinde milyonlarca kez, genetik hatalar ve mutasyonlar oluşur. Kimi zaman bu mutasyonların etkileri bir birey fenotipinde direk göze çarparken kimi zaman özel bir incelemeye maruz bırakılmadığı sürece fark dahi edilemez. Her bireyin birbirinden farklı fiziksel özelliklerde olması, bu genetik ve çevresel farklılıklardan ileri gelir. Dolayısıyla aslında organizmalar, mükemmel işleyen bir makineler topluluğu değildir, içerisinde birçok hata ve bir diğerinden çok fazla farklılık barındırır. Bu mutasyonlar içerisinde faydalı olanlar yani süpervital mutasyonlar taşıyanlar, çevreye karşı bireyi avantajlı kılacak mutasyonlara sahip olan bireyler çoğalma eğilimi gösterirken zararlı ya da bireyi tabiat karşısında daha dezavantajlı durumda bırakan mutasyonlara sahip olanlar hep daha küçük bir yüzdeliğe hapsolur. İnsanı ortaya çıkaran tarihsel gelişim de bir ölçüde bu biçimde gerçekleşmiştir.
İnsan ortaya çıktıktan sonra elbette evrim durmamıştır, bugün dahi devam etmektedir. Aynı zamanda evrim ve değişim, her organizmada geçmişin izlerini de bir ölçüde bırakır. Yani, her zaman için faydalı mutasyonlar gelişmeyebilir, gelişse dahi organizmanın varlığında büyük sıçramalara yol açmayabilir. Ya da her zararlı mutasyon, birkaç nesil gibi kısa bir süre içerisinde yok olmayabilir. Yani evrim süreci karmaşık bir süreçtir, kimi organizmalar özellikle küçük ölçekli olanlar daha hızlı evrim geçirebilir, ancak kimilerinin fenotiplerinde binlerce yıl bir değişim görünmeyebilir. Bir avcı evrim geçirir ve daha büyük pençelere sahip olan bireyler hâkim hale gelmeye başlarsa bir av topluluğunda da daha hızlı koşan bireyler avantaj sağlayarak baskın hale gelebilir. Yani bir biçimde çevresel koşullar da evrimin ne yönde ilerleyeceğini tayin eder. Aynı olgu insan için de geçerlidir. Beslenme alışkanlığı değiştikçe, diş yapısı da değişebilir nesiller içerisinde. Kullanmadığı tüm organlar birer dezavantaj haline geleceği için, tüm bunlar nesiller içerisinde körelebilir. Ancak tüm bu değişim süreci içerisinde, genetik değişimlerin ve mutasyonların tümünü öngörerek engellemesi pek mümkün olmayacaktır. Yani insan tabiat karşısında kendisine avantaj ve dezavantaj sağlayacak birçok farklı özellikle dünyaya gelmeye devam edecektir.
Hastalık dediğimiz olgu da insan vücudunun bu mükemmel olmayan yaşam sisteminin bir bölümünü veya tümünü sekteye uğratacak ve doğru çalışmasını engelleyecek faktörlerin tümüne verilen isimdir. Yani insan organizması için, faydalı olmayan mutasyonlar da bir yandan hastalık sınıfına girerken bir diğer yandan dışarıdan etki ederek yaşamsal faaliyetlerini olumsuz etkileyen faktörler de birer hastalıktır. Faydasız mutasyonlar bir organizma olarak bizimle birlikte var olmuştur, farklı biçimlerde var olmaya da devam edecektir. Vücudumuz oluştuğu andan itibaren bu hataları üretebilecek bir yapıdadır. Yararsız mutasyonların bir bölümü, bir biçimde bir sonraki nesle aktarılmazken bir bölümü ise nesiller boyu devam edebilir ya da yaşam döngümüzü etkileyecek dış faktörlere kimimiz yine genetik olarak yatkın olabilir, kimimizin vücut yapısı ise daha dirençli olabilir. Bu durum da yine genetik olarak nesiller boyu aktarılabilmektedir.
Hastalıklara yol açabilecek veya yaşamsal faaliyetleri etkileyecek mutasyonlar elbette büyük ölçüde rastgele gerçekleşir, bir kısmı ise çevresel koşullardan kaynaklanır. Ancak bugün geldiğimiz evrede, dezavantajlı mutasyonları öngörebilecek kimi teknikler geliştirilmiştir. Bu durum genellikle, soyağacında var olan zararlı mutasyonları tespit ederek gerçekleştirilmektedir. Aynı soyağacı üzerindeki bireyler üzerinde yapılan testler ile hangi genetik mutasyonların var olduğu ve bunların bir sonraki nesle ne biçimde aktarılabileceğine dair öngörü yapmak bugün için mümkündür. Elbette soyağacında bulunan tüm mutasyonlar tespit edilememektedir veya bir sonraki nesilde ortaya çıkacak tüm mutasyonlar da tespit edilememektedir. Ancak bir ölçüde kanı sağlamak için yeterli veri elde edilebilmektedir. Bu sayede de genetik hastalıkların bir bölümüne karşı hem bebeğin doğum öncesi döneminde hem de doğum sonrasında hızlı biçimde tedavi aşamasına geçilebilmektedir. Bununla beraber tedavi edilemeyecek veya bireyin uzun süreli yaşam kalitesini olumsuz etkileyecek genetik mutasyonlar tespit edildiği takdirde, gebeliğin sonlandırılması dahi önerilebilmektedir.
Bu durumlar, genelde yaşam faaliyetlerini olumsuz etkileyecek mutasyonlar için kullanılır. Aynı zamanda kimi hastalıklara genetik yatkınlığın olup olmadığı da öngörülebilir. Bunlardan en bilinenlerine örnek olarak kanser, şeker hastalığı, şizofreni, Alzheimer, kimi kalp hastalıkları gösterilebilir. Bunlar arasında yaygınlığı ve ölümcül olmasının yanı sıra en eski hastalıklardan biri kanserdir.
Kanser hastalığı, organizmanın ve DNA’nın olduğu her yerde görülebilir. Yani insana has bir hastalık değildir. Bir hücrede anomaliler olması mümkündür, kimi zaman bu mutasyonlar genetik veya dışsal faktörler aracılığı ile gerçekleşebilir. Normalde de günlük olarak hepimizin vücudunda bu anomaliler defalarca ortaya çıkabilir, ancak anomali kendisini yok edebilir, DNA’mız tümör baskılayıcı genler tarafından tamir edilebilir; ancak bu aşamalar sağlanamasa dahi genellikle bağışıklık sistemimiz tarafından tespit edilerek yok edilir. Bu durum biz farkında olmasak dahi, günde belki de yüz binlerce kez gerçekleşebilir. Ancak gerçekleşme sıklığı arttıkça, bazı kanser hücrelerinin gizlenmesi ve çoğalması da daha mümkün hale gelebilir. Ayrıca bu anomalilere karşı var olan en büyük silahımız olan bağışıklık sistemimiz zayıfladığı veya ortadan kalktığı takdirde, vücudumuz kanser gelişimine de hazırlanmış olur. Bu gibi koşullara, kanser hazırlayıcı koşullar denmesinin sebebi budur.
İnsan atalarında kanserin en eski tespiti 1,7 milyon yıl öncesine kadar dayanır. Yani aslında, modern insan dediğimiz insan türünün varlığından dahi önce bu hastalığın mevcut olduğu bilinmektedir. Ancak aradan geçen milyon yıl, insanlığın tümü ile bu hastalığın ölümcül etkilerinden kurtulmasını sağlayamamıştır.
Genetik olarak miras kalan veya yine genetik anomaliler üzerinden çıkan hastalıklar dışında, özellikle yayılım ve bulaşma açısından büyük riskler taşıyan, vücudumuzu yaşam alanlarına çevirirken bizlerin yaşamsal faaliyetlerini engelleyen veya sonlandıran organizmalar da mevcuttur. Bugün için, kitlesel yayılım olanağı bulan bu hastalıklar, insan toplumu için en önemli tehditler arasında görülmektedir.
BULAŞICI HASTALIKLAR VE ARTAN HALK SAĞLIĞI RİSKİ
İnsan tarihinde, belki de sonuçları ve tarihsel etkileri ile birlikte en büyük bulaşıcı hastalık vakaları arasında bilindiği gibi “Kara Ölüm” olarak adlandırılan kara veba hastalığı öne çıkmaktadır. 14. yüzyılın başında ortaya çıkan bu hastalık, Yersinia Pestis adı verilen bir bakterinin insan vücuduna yerleşerek özellikle akciğerlerde ve başkaca organlarda çoğalması sonucu nihayetinde çoklu organ yetmezliğine yol açarak ölüme sebep olan bir hastalıktır. Ticari faaliyetlerin gelişmeye başladığı 14. yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve yayılan hastalık, özellikle Avrupa’da büyük bir yayılım göstererek 1346’dan 1353 yılına kadar 75 ila 200 milyon arasında insanın ölümüne yol açmıştır. Bu pandemi sonrası, özellikle kilisenin toplum üzerindeki etkisi zayıflamış ve sarsılmış, yerleşik ekonomik faaliyetlerde yaşanan durgunluk sonucu ticari faaliyetler artmış ve göç hareketleri yaşanmıştır. Bu olgular, büyük çaplı toplumsal değişimlere giden yolda birer nicel basamak haline gelmiştir.
Bunun dışında da tarihsel olarak bilinen büyük pandemilerin yani salgınların kökeni yine aynı organizmaya ve hastalığa dayanmaktadır. Örneğin Atina vebası M.Ö. 400’lü yıllarda gerçekleşmiş ve hastalık sonucu tahmini olarak 100 bin insan ölmüştür. Bunun gibi birçok örnek vardır. Bunun dışında da birçok pandemi gerçekleşmiştir; bunlar arasında çiçek hastalığı, kızamık ve grip salgınları da bulunmaktadır.
Bu hastalıkların bir kısmı bugün için hayatımızda varlığını sürdürmeye ve ölümcül etkiler göstermeye devam etmektedir. Ancak pandemi biçiminde yayılımları, çeşitli tedavi gereçlerinin yayılması ile birlikte engellenebilmiştir.
Her ne kadar bakteriler gibi tümü ile canlı ve büyük ölçekli organizmalara karşı tedaviler daha etkin olabilse de virüs gibi, canlı bir organizma içerisinde uygun yaşam alanı olmadan canlılık faaliyetleri göstermeyen bir organizmanın tedavisi genellikle daha zor olabilmektedir. Yakın zamanda yaşadığımız Covid-19 pandemisi ve ona yol açan korona virüsün yayılımı buna örnektir.
PANDEMİLER YAŞANMAYA DEVAM EDECEK Mİ?
İnsan vücudunun sürekli olarak hatalar üretebilen bir yapısının oluşu ve dış faktörlere sürekli olarak açık olması sebebiyle sürekli olarak hastalık tehdidi altında olacaktır. Bu hastalıkların bazen biçimi değişecektir, hastalıklar da bizimle birlikte evrim geçirmeye devam edecektir. Ancak asıl sorun, bu hastalıkların insan toplumunun geneli üzerinde etkilerinin nasıl olacağıdır.
Yakın zamanda yaşadığımız pandemi, bu konuda önemli dersler barındırmaktadır. Dünyaya hâkim olan emperyalist kapitalist sistem; hastalığın yayılmasını fırsat bilerek emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerde avantajlı hale gelebilecek politikalara dayanak yapmış, kendi ekonomik çıkarlarını önceleyerek işçi ve emekçileri üretim alanlarında sağlıksız koşullarda ve hiçbir önlem almadan çalışmaya zorlamıştır. Kimi yerlerde göstermelik ve faydasız önlemler alırken kimi zaman ise kendi çıkarlarına göre hastalığın yayılımını görmezden gelmiştir. Bir yandan pandemi fırsatı ile kendisine karşı gelişebilecek direnişlere karşı yasalar inşa ederek sokakları hak mücadelesine kapatmaya çalışmış; diğer yandan aşı, tedavi, test kiti gibi sağlık malzemelerine erişim dahi paralı ve ulaşılması zor hale getirilmiştir. Yani aslında yayılımı önlenebilecek ve tedavisi geniş çaplı yapılarak kısa süre içinde sonlandırılacak bir hastalık, sonuçta birkaç yıl boyunca dünya üzerinde yayılım göstermeye devam etmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmiş ve on milyonlarca insan ise bu hastalığın yarattığı tahribatları üzerinde taşımaya devam etmektedir.
Bu sistem, insan toplumunun çıkarlarını ve varlık koşullarını önceleyen değil, kendi dar çıkarlarını ve kârını önceleyen bir sistemdir. Kendi iç çelişkileri için ve halkı daha fazla baskı altında tutmak için, talan ve sömürü için milyar dolarlar hızlı biçimde aktarılırken halk sağlığı konusunda umursamaz bir tavır veya göstermelik önlemler sergilemektedir. Yani bugün için, pandemilerin ve kitlesel ölümlerin en büyük kaynağı, var olan gerici sistemdir. İnsan toplumunun pandemilerden kurtulmasının ilk adımı, gerici sistemin kendisinden kurtulmaktan geçmektedir.