Ülkede önemli siyasi çalkantı ve değişimlerin gerçekleşeceğine dair işaretler kendini gösteriyor. Bu değişimin hangi yönde olacağı ise her bir güç odağının kapasite ve konumuna göre belirlenecek. Bugün hemen her kesim siyaseti en tepedekiler üzerinden, son günlerde de özellikle Peker videolarından takip ediyor. Bir bekleme hali ki yine en tepedekilerin kendiliğinden değişmesi ve bu sayede ülkede “rahatlama” olması için Peker’in videolarından “umut” besleyen bir gerçeklik oluşuyor.
Hemen her kesim buna odaklanadursun işçi sınıfı ve yoksul halk her bakımdan iradesiz kılınmaya devam ediyor. Yoksul mahallelerde, sendikalarda, derneklerde kısacası halkın yaşamını ve ekonomik-demokratik haklarını doğrudan etkileyen alanlarda ise saldırılar durmaksızın devam ediyor. Hatta bu saldırılar olası iktidar değişimlerini de kapsayacak şekilde dizayn edilerek gelecekte oluşabilecek hareketliliklere karşı şimdiden supap olarak işlevlendiriliyor.
Sistemin durmaksızın devam eden saldırı ve dizayn politikasının önemli ayaklarından birini sendikalar oluşturuyor. Hatırlanacağı gibi Aile ve Çalışma Bakanlığı yeniden iki ayrı bakanlık olarak düzenlendi ve Çalışma Bakanlığı tekrar ayrı örgütlendi. Bu “eskiye” dönüş ne tek başına işin yürümemesi ne de önceki bakan Zehra Selçuk’a olan tepkilerle ilgiliydi. Değişiklik işçi sınıfı ve sendikalara dönük yeni sürecin de bir adımıydı. Değişikliği Türk-İş aylar öncesinden biliyordu ve planlamanın da parçasıydı. Pandemi, işten atmalar ve işsizlik… Tablo çok ağır. Diğer yandan stratejik sektörler de dahil her işkolunda işçilerin ücretleri ve hakları en diplere çekilmiş durumda. İşçi sınıfı ve sendikalarda yeni hareketlilikler kaçınılmaz ve bu durumun kontrol altında tutulması gerekiyor. Dahası düzen siyasetinin tepeden çatırdamaya ve daha yoğun bir biçimde teşhir olmaya başladığı bugünlerde egemenler için tehlike de artıyor.
İŞÇİ SINIFININ YENİ VE GENÇ KUŞAĞINI MÜCADELE İÇİNDE EĞİTMEK ZORUNDAYIZ
Sendikalardaki saldırıların ve yeni döneme uygun dizayn politikalarının birbiriyle ilişkili ikili bir ayağı bulunuyor. Bunlardan biri, sınıfın mücadele gelenek ve hafızasının yok edilmesi; diğeri ise yine işçi sınıfının eylemsiz bırakılması ile ilgili. Bu politika hâkim sınıfların tüm klikleri tarafından benimseniyor. Yani iktidara gelme iddiasındaki CHP ve İyi Parti de daha şimdiden bu politikanın bir parçası ve hatta belli örneklerde onlar bu konuda daha da aktif ve saldırganlar. İşçiye neyi reva gördüklerini anlamak için İBB ve iştiraklerindeki işçilerin durumlarına; sendikalara nasıl yaklaştıklarını anlamak için grevlerdeki tutumlarına ve sendikalara müdahalelerine bakmak yeterlidir. Bugün sayısal olarak üretim alanlarında işçi sınıfının yeni ve genç bir kuşağı hâkim durumdadır. Bu işçileri tarif eden nitelikler; ücret ve haklar bakımından çok geri düzeyde bulunmaları, yoğun bir sömürüye maruz kalmaları, sınıf bilinçlerinin ve buna paralel sendikal mücadele bilinçlerinin henüz yetersiz oluşu ve aynı zamanda ekonomik-sosyal haklarını artırmak için duydukları mücadele isteğidir. Bu kuşağın örgütlenmesi, sarı sendikalarda örgütlü olanların eğitilmesi ve çıkarları temelinde sınıf bilinçli bir mücadeleye sevk edilmesi gerekmektedir. Bu belirtilenler devrimci-demokratik çizgiyi, sınıf sendikacılığını benimseyen proleter devrimcilerin üzerine düşen görevleri tanımlıyor. Fakat aynı gerçeklik egemen sınıflar tarafından da görülmekte ve bu işçi kuşağının sınıf bilinci edinmemesi, sınıfın mücadele hafızasından öğrenmemesi ve eylemli bir pratiğin dönüştürücülüğünü yaşamaması için daha şimdiden sendikalarda ileri düzeyde bir tahakküm kurulmuş, sendika bürokrasileriyle ilişkiler hiç olmadığı kadar sıkılaştırılmıştır.
İşçi sınıfı ve sendikalara doğrudan ve dolaylı dayatmaları şu başlıklar etrafında toplayabiliriz: 1- Eylem, direniş, grev örgütleme; 2- İşçi sınıfının diğer bölükleriyle, diğer sendikalarla özellikle de farklı konfederasyonlardan sendikalarla dayanışma gösterme; 3- Bağımsız eğitim toplantıları yapma; 4- Konfederasyonun veya sendika genel merkezinin bilgisi ve onayı dışında hiçbir adım atma; 4- 1 Mayıs, 15-16 Haziran gibi günleri gündemine alma; 5- Grev-direniş fonu oluşturma ya da direnen işçiye destek olma; 6- İşçiyi toplu sözleşme süreçlerinin dışında tut, sözleşmeye dair bilgi verme; 7- Patronun, siyasi iktidarın, iktidarın uzantısı kurumların vb. tepkisini çekecek hiçbir harekette bulunma; 8- “İş barışı”nı, diyaloğu ve uzlaşmayı esas al… Bu gibi örnekler daha da çoğaltılabilir ve ayrıntılandırılabilir. Durum o kadar kangren bir hal almıştır ki bu bahsettiklerimizin en azından belli bir kısmını adına “mücadeleci”, “devrimci-demokrat” sıfatlar yapıştırdığımız sendikalar ve şubeler de bir biçimde hayata geçirmeye başlamış durumdadır. Bir anlamda korku ve “öğrenilmiş çaresizlik” hâkim olmuş, zamanla ise ideolojik ve manevi olarak bu dayatmalara teslim olunmuştur. Kuşkusuz bu teslimiyetin diğer ayağında gerçekte aşılamayan sarı-bürokratik sendikacılık anlayışı vardır.
SENDİKALARDA İŞÇİ İRADESİ KAPI DIŞARI EDİLİYOR
Sermaye ve devletin sendikalara olan “muhtaçlığı” Türk-İş’in inisiyatif alanını artıyor. Zira sınıfı kontrol etmenin asıl deneyimi ve mekanizması da burada yatıyor. Hak-İş’le ancak belli bir kesim kontrol altında tutulabiliyor ki değişen süreç sendikalar nezdinde de kaygan bir zemini ortaya çıkarıyor. DİSK bürokrasisinin de siyaseten tersten bu sürecin bir parçası olduğu belirtilmelidir. Daha öncesinde sendikaların genel merkez bürokrasileri ağırlıkla çeşitli ayak oyunları, satın alma politikaları ve dolaylı tehditlerle şubelerde ve işçilerde denetim kurmayı esas alıyordu. Bu durum devam etmekle birlikte son dönemde ise daha doğrudan, açık müdahale ve tehditler arttı. Şimdi ise bunun sendikalarda iç düzenlemeleri hayata geçiriliyor.
Türlü ayak oyunu ve müdahale de olsa ve hatta yönetime gelenler geri de olsa kategorik olarak ‘işçiler’, şubelerin yöneticisi oluyordu. Şimdi ise genel merkezlerin yetkileri sınırsız artırılıyor ve merkeze bağlı organların ve uzmanların, şubeleri doğrudan yönetimi şekillendiriliyor. Sendikacılık, açık sermaye işbirlikçiliğinden öte geçmeyen teknik bir işleve dönüştürüldüğü için az çok sendikal mücadele ve toplu sözleşme deneyimine sahip ‘işçi yöneticilere’ de ihtiyaç kalmıyor. Bu durumda kayda değer bütün işi, merkez görevlileri ve maaşlı uzmanlar yürütüyor. İşçinin tepkisini hafifletme amaçlı göstermelik açıklamalar dışında direniş, grev gibi mücadeleler de tarihe karışıyor. Şube yönetimine gelen işçiye, ayrıcalıklı maaşını alıp kravatlı takımıyla koltuğu işgal etmek ve konu mankeni olmak kalıyor. Koltuk sahibi bu işçi bir yandan da diğer işçilere ‘örnek’ teşkil ediyor. İşçinin sendikaya bakışı ve beklentileri temelden değiştirilerek “sendikal korparatizm” denilen tek merkezli, katı hiyerarşik ve hatta mafyavari yapılanma geliştiriliyor.
Bu sistem Hak-İş sendikalarında açıktan oturtulmuştu. Türk İş’in genelinde de bir şekilde işliyor. Fakat bu süreçte daha garantili bir sistem ve işleyişe ihtiyaç duyuluyor. Zira “hafıza” silinmez ve bu teknik işleyiş tümden yerleştirilmezse tüm baskı ve kontrol mekanizmalarına rağmen seçimle gelen yarının ‘işçi yöneticileri’ farklı da davranabilirler. Sendika merkez bürokrasileri bildik yöntemleri açıktan ve pervasızca yaparken yetmediğinde şube açma, kapama, bölme, birleştirme gibi yöntemlere de başvuruyor. Hatta sendika merkezinin onayı olmadan yeni yerler örgütleyip sendika şubesine katmak da tüzüğe eklenen maddelerle yasaklanıyor. Bu sayede nerede örgütlenme yapabileceğinize, hangi adımı atabileceğinize, ne konuşacağınıza vb. sendika merkezinin karar verdiği izinli bir işleyiş hâkim kılınıyor. Eğer sınıftan yanaysanız genişlemeniz engelleniyor ve hatta elinizdekiler alınıp darlaştırılıyorsunuz. Bunun için gerektiğinde şubenin tümden tasfiyesi sağlanıyor. Sendika bürokrasileri patronlarla, kamu kuruluşlarının yöneticileriyle anlaşarak işçiyi işten atma ya da söz konusu şubeyi tasfiye etmek için ortak adımlar atabiliyor.
KURUMSAL PRANGALARI PARÇALAMALI, İŞÇİ SINIFININ POTANSİYELİNİ AÇIĞA ÇIKARMALIYIZ
Bu gibi yöntemlerle her türlü yetkinin merkezde toplandığı, her türlü işin uzmanlarca yapıldığı, sendikalarda en ufak işçi iradesinin bile kapı dışarı edildiği, doğrudan kontrole dayalı bir sendikal dizayn gerçekleştiriliyor. Bu işleyiş üstü örtülü yol yöntemlerle değil artık tüzüğe işlenerek derinleştiriliyor. Bu yöntemlerle işçilerin ekonomik-demokratik hak mücadelelerini yürütmek için üye olduğu sendikalar, içi boşaltılarak ve yeniden yapılandırılarak işçinin prangasına dönüştürülüyor.
Bu pranga durumunun siyaset sahnesindeki ayağını ise işçi ve emekçi kitlelerin AKP-MHP ile CHP-İyi Parti arasında sıkıştırılması oluşturuyor. Her türlü baskı, sömürü, talan ve yolsuzlukla bilinen AKP’ye karşı alternatif olarak diğer düzen güçleri gösteriliyor. Her ikisinin de aynı olduğunu bilen ya da yaşayarak deneyimleyen işçi ve emekçi kitleler ise derin bir sıkışmışlığın ve çaresizliğin içine hapsediliyor. Fakat devrimci bir alternatif daha var. İşçi sınıfı ve sendikalar başta olmak üzere kitlelerin arayışına yanıt olacak şekilde onların sıkıştırıldıkları baskı-sömürü cenderesine karşı mücadelenin koşulları da elverişli durumdadır. Bu dönemin özelliği henüz yeni şekillendiriliyor oluşudur ve ne kadar öngörülü, doğru politikalar belirler isek o kadar başarı elde etme şansımız da vardır. Sonuçta çelişkiler daha da derinleşmekte ve toplumsal sıkışmışlığın potansiyel enerjisi işlenmeye, eğitilmeye ve prangaları parçalamaya devrimci olanaklar sunmaktadır.