“Ordusu olmayan bir halkın hiçbir şeyi yoktur.” Mao Zedong
Suriye meselesini ele almak gerçekten başlı başına büyük bir tahlil gerektirmektedir. Çünkü birçok halkın ve yapının bir arada yaşadığı ya da yaşamaya çalıştığı bir coğrafya olmakla birlikte birçok emperyalist aktörün de çıkar savaşı verdiği ve sürekli yeni ellerin oynandığı, aktörlerin ve figüranların sürekli değiştiği-değiştirildiği bir yer… Batı emperyalist güçlerin cirit attığı, Doğu emperyalist güçlerin ise tutunmaya çalıştığı Suriye toprakları üzerinde yaşayan halklar bu iki blokun yaptığı bütün hamlelerin altında can çekişmek zorunda kalmaktadır. Birçok ötekileştirilmiş halkın yaşadığı Suriye’de mevcut yönetimden ve uygulamalarından rahatsız olan Sünni inanca mensup seküler bir topluluk da azımsanmayacak sayıdadır. Bu ötekilerin içinde Aleviler, Kürtler ve Dürziler sürekli gündemde kalan halklardır.
Beşar Esad döneminde çıkan iç savaşın başında Dürziler ile Baas rejimi arasında bir anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşmaya göre Dürziler Esad yönetimine karşı mücadele etmemeye karar verirken bunun karşılığı olarak da milis güçlerinin dağıtılmaması ve Suriye ordusuna entegre olmaması hakkını kazanmışlardı. O dönemden Esad’ın yönetimi bıraktığı döneme kadar Dürziler; Suveyda, Der’a ve bazen de Kuneytra kırsalında o zamanın cihatçılarına karşı mücadele yürütmüşlerdir. Bu cihatçılara karşı, halkını savaşarak koruyan Dürziler bu süreçte de savaş kabiliyetlerini geliştirmiş ve belirli miktarda mühimmat da elde etmişlerdir.
Bunları anlatmamızın sebebi şudur: Esad’ın gitmesiyle birlikte yönetimi devralan HTŞ çeteleri doğrudan öteki olan halklara saldırmış; korku, sindirme olmazsa da katletme taktikleriyle halkları esir almaya çalışmışlardır. Ancak düşündükleri gibi bir “öteki halk” ile karşılaşmayan HTŞ çeteleri bir avuç Dürzi gücüne yenilmiş ve geri çekilmiştir. Bunun üzerine HTŞ lideri El Colani gerici Arap Sünni aşiretlerini Dürzi militanların üzerine saldırtıp yıpratma ve imha savaşı başlatmıştır. Ancak savaş deneyimlerini sahada çok iyi kullanan Dürzi halkı bir var olma-yok olma savaşı vermiş; farklı gruplardan oluşan üç-dört bin militanla binlerce aşiret gücünün saldırılarını bertaraf etmiştir.
Burada şunu görmek şarttır: Emperyalistlerin satranç tahtaları kanlıdır. Bu tahtada hayatta kalmak isteyen halklar öz güçlerine güvenerek savunma hattı oluşturmalıdır. Çünkü halkın ordusu demek gelecek bütün saldırı ve imha politikasını savuşturmak, halkı ve yaşam alanlarını savunmak demektir. Halkın ordusu demek kadınların ve kız çocuklarının köleleştirilememesi, cihatçıların savaşabileceğine inandıkları kişileri katledememesi demektir. Köle pazarlarının kadınların elleriyle imha edilmesi, çocukların özgürlükleri için küçük yaşta mücadele etmelerinin önünü açmak demektir halkın bir ordusunun olması… Böylece ezilen diğer halklar arasında güçlü bağların oluşması ve ortak mücadele hattının çizilmesi yönünde adımlar çok daha hızlı atılabilir.
Bunlarla birlikte Dürzi militanlara İsrail’in hava ve az da olsa kara desteği sunması gerçeği vardır. Burada İsrail’in ezilen halkların yanında olduğunu söyleyemeyiz tabii ki. Buradaki asıl mesele İsrail’in ve Batı emperyalistlerinin çeşitli milliyetlerden halkın bir arada yaşadığı güçlü bir Suriye ülkesi istememesidir. HTŞ’lilerin zaten her denileni yapması durumu akıl karıştırıcı olabilir. Çünkü bazen akla “Madem HTŞ İsrail’in her dediğini yapıyor, neden İsrail HTŞ’ye saldırıyor?” sorusu da gelebilir. Tabii ki bu sorunun cevabının birçok ayağı vardır ama en belirgin olanları şunlardır: İslami örgütlerin yönetimi aldıktan sonra ya da güçlendikten belli bir zaman sonra istenilen politikalara uymaması ve farklı ülkeler ile ittifak kurabilmeleri gerçeği (Taliban, Boko Haram ve bir nevi DAİŞ vs.). Diğer bir sebep ise İsrail sınırında Suriye’de bir siyasî birliktelikten doğabilecek güçlü ve muhalif bir ülkenin olma ihtimali… Bunu göze alamayan İsrail ve ABD emperyalizminin harekete geçmesi ve İsrail eliyle planlanan HTŞ saldırıları ve yine İsrail’in eliyle planlanan Dürzi direnişine bir destek harekâtı… Böylelikle yanı başında ufak devletçiklerin olduğu ve bu devletçiklerin doğrudan kendileriyle ilişkilenmesi durumu… Yine de bu durumlar Dürzi halkının yaptığı direnişe gölge düşürmez ve bir halk için ordunun ne kadar gerekli olduğunun önemini azaltmaz.
PEKI YA ALEVILER?
Kimsesiz kalan ve ordusuz olan Alevi, Hıristiyan ve az da olsa Şii halkı her geçen gün yeni bir katliama maruz kalmaktadır. Bu katliamlar, önceki rejimle olan mücadelenin bütün ceremesini çeken Alevilere reva görülmektedir. Adeta günah keçisi ilan edilen Alevilerin bir kesimi hiç silahlanmamışken bir kesimi de silahlarını teslim etmişlerdir. Önceden de birleşememiş bir Alevi topluluğuyken şimdi de korku ve katliamların pençesinde yok olmaya mahkûm edilmektedirler. Birçok kez kanıtlanmış katliam görüntüleri varken uluslararası arenada sadece kınama ve katliamı kabul etme durumları yaşanmış, Aleviler yok olmakla karşı karşıya kalmışlardır. İnsan hakları örgütleri bu duruma karşı samimi bir tavır geliştirememiş, emperyalist ağababalarının güdümünden çıkmaya cesaret edememişlerdir. Alevi kurumları ise gerekli özveriyi gösterememiş, katliamın büyümesi karşısında çaresizlik sergilemişlerdir. Tüm bunlarla birlikte geleceklerini kendilerinin çizmeleri gerektiğini kavrayan ve içlerinde Alevilerin, Hristiyanların, Şiilerin ve seküler Sünni halkın bulunduğu gruplar kurulmuş ve direnişe geçmişlerdir. Önceleri sayıları çok az olmasına rağmen birkaç başarılı operasyon yapmış olsalar da HTŞ çeteleri bunun intikamını halktan çok kötü bir şekilde almış ve 6-7 Mart katliamları gerçekleşmiştir. Sonraki günlerden bugüne kadar Sahil Kalkanı Tugayı (Esad-İran karşıtı), Suriye İslam Direnişi (İran-Hizbullah yanlısı), Suriye Halk Direnişi, Saraya el Cevad ve birkaç küçük grup kuruldu. Bunların birleşme ihtimallerinin zayıf olduğu, kimilerinin bünyesinde eski dönem askerlerin olduğu, İran yanlıları ile İsrail yanlılarının sürekli çekişme içinde oldukları söylenmektedir. Bu durumlar yaşanırken her gün kadın ve kız çocuklarının kaçırılıp köle edilmesi, tecavüze ve her türlü işkenceye maruz bırakılmaları gittikçe artmaktadır. Gördükleri her hak arama mücadelesini “Rejim artıkları” diye lanse eden ve çıkan her isyan sesini kanla bastıran HTŞ rejimi ve destekçileri Alevi halkını açlığa, susuzluğa mahkûm etmekte, köyleri yakıp kana bulamaktadır. Önceden gelen bütün mültecilere kapıları sonuna kadar açan TC, söz konusu Aleviler olunca, tabiri caizse kapılara kilit vurmuştur. Bütün girişimlere rağmen insani koridorların açılmasına razı olmamış ve bir kez daha katliamdan yana taraf olmuştur.
Yazı dizimizde en çok üzerinde durmak istediğimiz “Ordu” meselesinde Aleviler ve Hristiyanlar eksik kalmış, diğer ezilen kesimlerle iletişimi çok cılız tutmuşlardır. Oysaki tek çarenin, kendi öz güçlerine güvenerek direnişe geçmeleri ve diğer direniş gruplarıyla tek vücut halinde katliamcı zihniyetlere karşı harekete geçmek olduğunu kavramaları gerekmektedir. Bunu geç olsa da anladılar ve Aleviler ile Hristiyanlardan oluşan büyük bir halk kesimi önceki dönemde emperyalist uşaklara karşı savaşmış ve birçok deneyim kazananlardan oluşan birlikler kurmuşlardır. Eski döneme fazlaca güvenmenin ceremesini çekmiş olsalar da bugünlerde katliamın karşısında susuldukça daha ileri giden bir cihatçı yapının karşısında ordulaşmanın ehemmiyetinin farkına varmışlardır. Bir yandan ordulaşırken bir yandan da Kürt ve Dürzi güçleriyle iletişimi artırmaktadırlar. Uluslar bir arada yaşamanın ve gerici güçlere karşı birlikte hareket etmenin bilincine varmalıdır. Bu bilinç onları olabildiğince emperyalist güçlere ve onların yerel kuklalarına karşı koruyabilecek kararlar almalarına vesile olacaktır. Bu kararların başında ise öz savunma ve öz yönetimler gelmektedir. Çünkü bir halkı korumak için gökten zembille ne bir ordu ne de devrimci güçler inecektir. Her ulus, geleceğini ancak öz gücüne güvenerek belirleyebilecektir.
SDG VE SON SÜREÇ
Suriye sahasında nicelik ve nitelik olarak en aktif güç olan SDG güçleri Suriye’deki HTŞ hükümetiyle birtakım toplantılar düzenledi. Toplantılar iki tarafın da taleplerindeki ısrardan kaynaklı olarak sürekli sekteye uğradı. El Colani liderliğindeki HTŞ güçleri SDG güçlerinin hem görüşmelerdeki etki gücünü kırabilmek hem de elinde bulundurduğu bölgelerin bazılarını geri kazanabilmek için başta Tişrin Barajı bölgesine ve Deyr ez-Zor bölgesine birkaç saldırı düzenlediler. Bu saldırılarda başarılı olamayan HTŞ güçleri geri çekilirken SDG güçleri bu mevzileri güçlendirme yoluna gitmiştir. Bu saldırılarda TC, HTŞ güçlerine hava istihbaratı sağlarken HTŞ içindeki aparatları olan Sultan Murat Tugayı, Nurettin Zengi Tugayı ve Türkistan İslam Partisi selefi gericilerini o bölgelere seferber etmiştir. Suriye sahasında en fazla katliam yapanlar içinde yer alan bu gruplar yakaladıkları esirleri türlü işkencelere maruz bırakmışlardır. Cerablus ve Menbiç arasında bir köprü olan Tişrin Barajı bölgesi stratejik anlamda önemli bir bölge olarak dikkat çekmektedir. Burayı ele geçiren güç, bölgeyi hâkimiyeti altına almakta zorlanmayacağı için iki tarafın da dikkati bu bölgeden ayrılmamaktadır.
Kürt halkı tarihî süreçte birçok kez katliama maruz kalmış olmasına rağmen bu topraklar Kürt halkının yaşam alanlarıdır. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonraki süreçte kendi topraklarına yabancı olan Kürt halkı bu sürece gelebilmek için birçok bedel ödemiştir. Halkların düşmanı emperyal güçler ve bölgedeki maşaları bu kazanımları yok etmek için birçok yöntem geliştirmektedir. Yaşadığımız süreçte Kürt halkının kazanımları tabii ki dikkat çeken boyutlara ulaşmakta, kendi askerî güçleri ve yönetimsel anlayışları yavaş yavaş oturmaktadır. Suriye’deki en etkili aktör olan Kürt hareketine dair TC’nin saldırı planı, ABD emperyalizmi tarafından durdurulmuştur. Bunun sebebi tabii ki emperyalistlerin çıkar planlarıdır. Bu planlar dahilinde daha da güç kazanan SDG’yi gören TC hükümeti ve küçük ortakları PKK, İmralı ve DEM Parti ile görüşme sürecini başlatmışlardır. Bu sürece dair fikrimizi önceki sayımızda paylaşmıştık. Sürecin Suriye’deki yansımaları ise Kürt, Dürzi ve Alevi önderlerinin toplantılar gerçekleştirip ortak hareket edebilmenin yollarını aramak şeklinde tezahür etmiştir. Suriye tarihinde ilk defa bir araya gelen ve kendi gelecekleri için kararlar alabilen bu halklar HTŞ güçleri arasında tedirginlik yaşattı. Bu tedirginlik, Alevi dağlarında gerilla faaliyeti gösterenlere karşı Lazkiye-Tartus dağlarından yangınlar çıkarma, Tişrin ve Deyr ez-Zor hattına saldırma, Suveyda şehrini yağmalama şeklinde tezahür etse de üç saldırıda başarılı olamamıştır.
Suriye’deki hükümetin yönetmekten yoksun olduğu aşikârdır. Efendilerinin sözünden çıkmasalar da emperyalistlerin planları farklıdır. Güçlü bir sınır devleti ya da Doğulu emperyalistlerden yardım uman bir ülke istememektedirler. Onların planları, kendilerinin hâkimiyetlerinde olacak ama ufak lokma şeklinde organize edilecek yönetimlerdir. Biz, tabii ki halkların iradelerini koruyabilecek bir güce sahip olmalarını istesek de Siyonist İsrail ve Batılı emperyalistlerin maşası haline gelecek bir halin doğmasını da istemeyiz. Halklar bu cani ve gerici düşmana karşı savaşırken iradelerini de başka devletlere teslim etmemelidirler. Katliamdan kaçmak için İsrail’den medet ummak asıl yılanın kucağına düşmektir. Zaten HTŞ saldırılarındaki bir hedef de İsrail tarafından korunma talep etmelerini, halkı buna mecbur kalmalarını sağlamaktır. Oradaki halk da kanlı katliamlara maruz kalmamak için bu talebi doğru kabul etseler de bunca kanın müsebbiplerinin kendileri olduğunu bilmeleri ve ezilen diğer bütün millet, milliyet ve azınlıklarla bir halk savaşına girişmeleri gerekir. Kurtuluş ancak halkların öz güçlerine güvenerek ve ortak paydada buluşarak düşmanlara karşı mücadele etmeleriyle gerçekleşecektir.