ABD Başkanı Trump, sekiz ayda yedi savaşı durdurduğunu ve bu nedenle Nobel’in kendisine “Barış Ödülü” vermesi gerektiğini söylüyor. Emperyalizm saldırganlık ve savaşla karakterize edilir. Bugün, emperyalist sistemin başat gücü ABD’nin bağnaz ve gerici özelliklerini açıkça sergileyen başkanı, kendisini “kanatsız bir melek” gibi sunuyor. Oysa dünya halkları açısından bu, düpedüz bir sahtekârlıktır. Dünyada barışı tesis etmeye odaklandığını söyleyen Trump, ABD Savunma Bakanlığının adının yeniden “Savaş Bakanlığı” olarak değiştirilmesinin zamanının geldiğini dile getiriyor. 1947’ye kadar kullanılan bu isme atıfla şöyle diyor: “Savunma istiyoruz, ama aynı zamanda saldırı da istiyoruz… Savaş Bakanlığı olarak her şeyi kazandık, her şeyi kazandık ve sanırım buna geri dönmemiz gerekecek.” Trump, bir yandan “zor yoluyla barış” çizgisini savunurken, diğer yandan çelişkilerin yoğunlaştığı bölgelerde çatışmaları tehditlerle körüklemekten geri durmuyor. Siyonizm’e, tüm Filistin’i yok ederek sınırlarını genişletmenin yollarını açıyor. Venezuela’yı askerî müdahaleyle tehdit ediyor. Rusya-Ukrayna arasında barış türküleri söylerken Ukrayna’yı kışkırtacak silah yardımlarını hızlandırıyor. Tüm Orta Doğu’da istikrar adına büyük bir bölgesel savaşa giden yolları döşüyor.
ABD emperyalizmi, yaşanan derin ekonomik ve siyasî krizle paralel olarak yoğunlaşan çelişkilere uyumlu bir süreç örgütlemektedir. Daha kapsamlı çatışma ve savaşlara doğru ilerleyen gelişmelere, bazı ihtilaf ve çatışmaları dizginleyip düzenleyerek hazırlanmalarından bahsetmek gerekir. Bu hazırlık, Çin ve Rusya gibi büyük emperyalist odakları kuşatmayı amaçlıyor. Süreç, bir yandan ekonomik araçlarla (gümrük vergileri, ticari sınırlamalar, yaptırımlar, bazı ülkeler arasındaki ekonomik ilişkileri kesmeye zorlama vb.), diğer yandan politik ve askerî hazırlıkla yürütülüyor. Politik hazırlığın en önemli ayağı, kendine bağımlı yarı sömürge ülkeler arasındaki ihtilafları çözmek, bazı ihtilaflara çözüm üreterek yeni yarı sömürge alanlar (Ermenistan, Suriye, Libya vb.) oluşturmaktır. Trump’ın inşa ettiğini iddia ettiği “barış” çizgisi, halklara veya ezilen uluslara huzur sağlamaktan çok, uşak devletleri dahi daha büyük bir savaş ve çatışma girdabına çekmeyi amaçlıyor. Üzerinde yürüdüğü, diğerlerini kendi saflarında hizalanmayı sağlayacak bir köleleştirme çizgisidir.
Emperyalizm huzur değil, ölüm, kan ve gözyaşı getiren barbar bir sömürü sistemidir. İstikrar onun için sadece çürümüş sermayesinin özgürce hareket etme ve kendini genişletmesi için ihtiyaçtır.
ABD emperyalizmi, bu kaos yaratan ve savaş ile çatışma üreten “barış çizgisiyle”, özellikle Rusya-Ukrayna çatışmasını sonlandırmaya ve Orta Doğu’da çıkarlarına hizmet edecek dengeleri kurmaya odaklanıyor. Trump’ın Putin ile Alaska’da yaptığı görüşme, adeta ABD emperyalizminin askerî güç gösterinde bulunduğu bir ortamda gerçekleşti. Ortaya Ukrayna’da bir anlaşmaya dair temenniler çıksa da Rusya ilerlemeye; ABD ve NATO ise savaşı kışkırtmaya devam ediyor. Ukrayna’nın sınırlarını değiştirmeyi içeren bir anlaşmadan kalıcı bir “barışın” çıkmayacağı açıktır. Rusya ve ABD, bu alanda zaman kazanma yönelimini içeren görüşmeler yürütüyor. Yani bu süreç, çelişkileri donduran veya gideren değil, daha güçlü bir zeminde üreten bir seyir izliyor.
Orta Doğu’da, ABD ve İngiliz emperyalizminin yön çizmeye çalıştığı kaotik ve çok denklemli bir süreç yaşanıyor. 7 Ekim 2023 Aksa Tufanı operasyonu sonrasında, bölgenin hem siyasî denklemine paralel ittifakların şekillenmesi ve değişmesi hem de sınır hareketlerini içerecek gelişmeler ortaya çıktı. Siyonist İsrail’in Filistin’i tamamen yutarak sınırlarını genişletmesi artık somut bir planlamadır. Gazze işgaliyle ilgili belirlenen takvim dışında her şey net ve açıktır. Ayrıca, Lübnan ve Suriye alanlarında da İsrail’in işgalle genişlemesi bu yönelimin bir parçasıdır. Siyonizm’in ekonomik ve siyasî hegemonyasını genişleterek bunu gerçekleştirme; özellikle İran, Irak ve Yemen’i mümkünse düşürme, değilse etkisiz kılma hesapları da temel yaklaşımlardan biridir.
Tüm bu sürecin bugün belirleyici halkası Suriye’dir. ABD emperyalizmi bu alanda yoğun bir diplomatik mekik dokumaktadır. Bir yandan Kürtlerle Colani önderliğindeki Şam hükümetini ve Şam hükümeti ile İsrail’i barıştırmaya, diğer yandan ise Türkiye ile Kürtleri uzlaştırma uğraşındadır. ABD Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, her gün Suriye ve yaşanan sürece dair açıklamalarda bulunmaktadır. 8 Aralık 2024’te, Colani önderliğinde HTŞ ile kurulan yeni rejimin ayakta kalmasına dayalı bir siyaset izleniyor. Çok uluslu ve çok inançlı bir toplum olan Suriye’de, HTŞ ve Colani önderliğinde güçlü, tek merkezli ve istikrarlı bir iktidar inşa edilmek istendi. Ancak bunun gerçekleşemeyeceği açıktı ve gelişmeler de bunu doğruluyor. Toplumsal gerçekliğe aykırı bir denklem kurma çabasındaki ABD, Colani’nin tam uşaklığına dayanarak güçlü bir merkezi devlet sisteminden söz ederken gerçekler kendisini zorladığında bu kez sınırlı yetkilere sahip yerel yönetimlere onay vermek gerektiğini dile getiriyor. Üstelik bu yönetimlerden de kendilerine bağımlı davranmalarını bekleyerek istikrar umuyor. Oysa son zamanlardaki kendilerine ait tüm açıklamalara bakıldığında söylemde dahi istikrar sağlayamadıklarını görüyoruz. İstikrardan çok andaki ihtiyaçları karşılamaya dayalı geçici çözümler peşindeler.
Türkiye’nin, İsrail ve Suudi Arabistan’ın, Ukrayna’daki savaşa rağmen Rusya’nın da etkin olduğu Suriye’de, fiilî parçalanmışlıkta istikrarı dayatan mücadelelerden de bahsetmek daha doğrudur. ABD için asıl sorun, Suriye’de Rusya ve İran etkisinin artmasını engellemektir. Bunun için tam bağımlı, güçlü bir merkezî iktidar gerekiyor. Bir süre bunu amaçlayan bir süreç örgütlendi. Oysa Esad döneminde fiilen parçalanmış bir ülke yaratıldı ve İsrail’in bunu kendi çıkarları doğrultusunda sürdürme hamleleri ile Türkiye’nin, cihatçılarla ittifakı ve örgütlü Kürt halkının güçlü inisiyatifi ABD için gerginlikleri yönetme sorununu yaratmış durumdadır.
Türk hâkim sınıfları, bölgesel değişim dinamiğinin hareketlendiği koşullarda, içerde ve dışarda Kürt sorununu halletmekle Suriye politikası arasında ciddi çatışma ve gerginlik yaşamaktadır. Öcalan’ın müdahalesiyle PKK’nin silahlı mücadeleyi tasfiye ve örgütü feshetmesi kararını karşılayacak en ufak bir adım atılmazken Suriye’deki karmaşa TC’nin rotasını belirlemektedir. Bir yandan ‘”terörsüz, demokratik, barış içinde bir Türkiye” mottosu öne sürülürken, diğer yandan SDG ve YPG’ye durmaksızın tehditler savurularak ‘yönünü Ankara ve Şam’a dön’ deniyor. Tayyip Erdoğan, Türk-Kürt-Arap ittifakını “Malazgirt Zaferi” kutlamalarında bir kez daha dillendirirken, diğer yandan “Kılıç kınından çıkarsa kelam da kalem de konuşma” diyerek Kürtleri tehdit etmekten geri durmamıştır.
Colani ve Mazlum Abdi arasında 10 Mart’ta oluşan mutabakat, “anayasa ilanı” ile başlarken, “oldu bitti seçim ve meclis oluşturma” adımıyla bozulmuş ve berhava olmuştur; Colani’ye Kürtlerin teslim olması, Türkiye tarafından dayatılmaktadır. Suriye’de verili güçler tarafından atılan her hamle, yeni çelişkiler ve çatışmalar yaratmaktadır. Türkiye’nin bölgesel gelişmelere bağlı olarak attığı Kürt barışı hamlesinde izlediği “bekle ve gör” siyaseti, içerde ve bölgede krizlere zemin hazırlamaktadır. Bu bağlamda, daha büyük saldırılarla oluşturamadığı dengeyi güç yoluyla kurma seçeneği, Türkiye’nin her barış sürecinde hazır beklemektedir. Suriye’de yürüyen süreç, Türk hâkim sınıflarının şekillenişini belirleyecek; bu ise kriz ve çatışma denklemine işaret etmektedir.
Emperyalizmin ve bölgedeki gericiliğin halklara ve uluslara çözüm diye sunduğu şey, çatışma ve savaştır. İktidarlar arasındaki denklem halklara karşı düşmanlık denklemidir. Bugün “dayattıkları” barışın özü ise savaşa daha güçlü bir hazırlıktır. Bütün bir sistem savaşa ihtiyaç duymaktadır. Anti emperyalist mücadeleyi ve faşizme karşı savaşı güçlü şekilde örgütleme; kurtuluşun, bu siyasal şekilleniş üzerinden yürütülecek savaştan geçtiğini kavrama ve kavratma çalışmalarını yoğunlaştıralım.