Kapitalist-emperyalist düzenin derinleşen kriz koşullarında, sistemin en çok görünür kıldığı emekçi halkın çocukları, aynı zamanda toplumun en fazla ezilen kesimidir. Sınıfsal ve ulusal çelişkinin öznesi olan genç kitleler, sorunun tam ortasındadır. “Suça sürüklenen çocuk” kavramı burjuvazinin ideolojik aygıtları tarafından bilinçli biçimde üretilmiştir. Yoksulluğun, işsizliğin, geleceksizliğin doğrudan sonucu olan toplumsal çürümenin faturasını gençliğe kesmek; egemen sınıfların mevcut çıkarlarını derinleştirmek ve daha fazla çıkar sağlamak amacıyla başvurulan yöntemlerden biridir. Egemenler, kendi yarattığı kriz ve yoksulluğun ürününü “suç” kavramı altında kriminalize ederek kitlelerin gözünde meşrulaştırmaya çalışır.
2000’lerle birlikte, AB uyum süreci çerçevesinde çocuk hakları söylemi güçlense de pratikte Kürt gençliğine yönelik baskı azalmadı. 2005’te çıkarılan Çocuk Koruma Kanunu görünürde koruyucu olsa da uygulamada Diyarbakır’da 2006 olaylarında yüzlerce çocuğun “terör suçlusu” olarak yargılanmasına zemin oluşturdu. Bu dönemde neoliberal politikalarla birlikte emekçi mahallelerde işsizlik, yoksulluk ve uyuşturucu arttı. Devlet bu tabloyu yapısal bir sorun olarak değil, “suça sürüklenen çocuk” kavramıyla bireyselleştirilmiş bir sorun olarak sundu.
Bu sürecin sınıfsal ve ulusal bir boyutu vardır. Türkiye’de Kürt gençliği bu kriminalizasyonun başat hedefidir. Bugüne kadar yığınla bedel ödemiş emekçi Kürt halkının çocukları, bir yandan sistematik yoksulluk ve dışlanmışlıkla kuşatılırken diğer yandan “suçlu” ilan edilerek toplumsal tecride zorlanır. Burada mesele bireysel davranışlardan çok sınıf ve ulus çelişkisinin iç içe geçmişliğidir. Egemen sınıflar düşmanı yalnızlaştırmak için şovenizmi sürekli olarak yeniden üretir. Kürt gençliğini “tehlike” olarak kodlar. Onları ya “terörist” ya da “suçlu” olarak etiketleyerek halkın geniş kesimlerinden tecrit etmeyi amaçlamaktadır. Derin ekonomik kriz, emperyalist bağımlılık ilişkileri ulusal baskı politikaları şovenizmin yükselişiyle birleştiğinde, aslında devletin sınıfsal ve ulusal karakterini açığa çıkaran bir düğüm noktasıdır.
-“Suça sürüklenen çocuk” söyleminin sınıfsal ve ulusal arka planı nedir?
-X’te gündeme gelen akademisyen açıklaması örneğinde görüldüğü üzere, ırkçı-şoven dilin toplumsal işlevi nedir?
-Kürt gençliğinin kriminalize-asimile ve doğrudan imhasına yönelmek devletin hangi politikalarının ürünüdür?
“SUÇA SÜRÜKLENEN ÇOCUK” SÖYLEMİNİN SINIFSAL KARAKTERİ
Kapitalist toplumlarda suç, her zaman sınıfsal karaktere sahiptir. Marks’ın “suçun ekonomik işlevi”ne dair çözümlemesi, proletaryanın sefalet koşullarının kapitalist üretim ilişkilerinin kaçınılmaz sonucu olduğunu vurgular. Engels de İngiltere’de işçi sınıfının durumunu incelediği çalışmasında yoksullukla suç oranlarının nasıl doğrudan bağlantılı olduğunu ortaya koyar.
Neoliberal politikaların sonucu olarak emekçi mahallelerde uyuşturucu ve çeteleşmenin yaygınlaşması, özellikle halk gençliğini hedef alan bir toplumsal mühendislik faaliyetidir. Bir yandan devletin sinsi politikaları gençleri kriminalize etmekte, diğer yandan kültürel ve ideolojik araçlar onları asimile etmeyi hedeflemektedir. Bu ikili strateji hem sınıfsal hem ulusal çelişkileri törpüleme girişimidir. Türkiye’de “suça sürüklenen çocuk” denilen olgu, esasen emekçi mahallelerde büyüyen, yaşıtlarına göre çelişkileri en keskin yerden biçilen gençlerdir. Eğitim, sağlık, barınma gibi en temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılan çocukların sistemin çıkışsızlığına verdiği tepkidir. Şan-şöhret, lüks için bazen ise sadece geçimini sağlayıp ailesine bir hayat sunabilmek için çetelerin bataklığına düşen çocuklar, 13-15 yaşlarında tetikçilik yapabilmekte uyuşturucu, küçük yaşta işçilik ya da her türden çetevari faaliyetlere sürüklenmektedir. Bu perspektif bize sistemin gençliği teslim alma araçlarının ne kadar örgütlü olduğunu göstermektedir. Bahsi geçen tablo “suç” kavramıyla bireyselleştirilirken, sorunun kaynağı olan sömürü düzenini görünmez kılar. Burjuvazi “halkın sefaletini kendi hatası gibi göstermeyi başardığında, sömürü düzenini meşrulaştırır.” Bugün “suça sürüklenen çocuk” etiketi tam da bu işlevi görmektedir: sınıf sömürüsünü gizleyip, mağduru suçlu ilan etmek. Sistemin stratejisi açıktır: halk gençliğini ya kriminalize ederek toplumsal meşruiyetini yok etmek, ya da asimile edip çürüterek ulusal ve sınıfsal çelişkisini felce uğratmak. Bu tam anlamıyla klasik bir biçimde “böl ve yönet” taktiğidir. Emekçi kitlelerin mücadelesini engellemek çelişkilerini köreltmek için devlet hem ideolojik aygıtlarını hem de baskı aygıtlarını seferber eder.
ULUSAL BASKI VE KÜRT GENÇLIĞININ KRIMINALIZYONU
Türkiye’de bu mesele, sınıfsal yönünün ötesinde güçlü bir ulusal karakter de taşır. Çünkü en çok kriminalize edilen kesim, Kürt gençliğidir. Neredeyse kitlelerin 100 yıllık tarihinden bu yana uygulanan inkâr ve imha politikaları, Kürt halkının kimliğini asimile etmeyi hedeflerken, özellikle genç kuşakları sistem dışına itmiştir. Kürt gençleri eğitimde ayrımcılıkla, istihdamda dışlanmayla, mahallelerinde devletin yoğun ablukasıyla karşı karşıyadır. Bir yandan devlet destekli bu çürüme mekanizmaları işletilirken, diğer yandan Kürt gençliği kriminalize edilerek ya “terörist” ya da “suçlu” yaftasıyla damgalanmaktadır. Mao’nun ulusal soruna dair çözümlemeleri bu noktada yol göstericidir, ulusal baskıya uğrayan gençlik, devrimci potansiyelin en yoğun biçimde açığa çıktığı kesimdir. Bu nedenle egemen sınıflar, Kürt gençliğini hedef alarak hem ideolojik hem de fiziki imha politikaları yürütür. Türkiye’de Kürt gençliğine yönelen kriminalizyonun stratejik nedeni tamda budur. Potansiyel devrimci öznenin toplumsal meşruiyetini yok etmek.
X sanal medya platformunda bir akademisyenin yaptığı ırkçı açıklamaların ardından Kürtlere yönelik şoven söylemlerin artması, bireysel bir olay değil, devletin resmi ideolojisinin toplumsal zeminde nasıl yeniden üretildiğinin göstergesidir. Lenin’in dediği gibi, “egemen sınıfın ideolojisi, egemen sınıfın çıkarlarının en incelikli maskelenmiş biçimidir.” Bugün akademide “bilimsel” görünen ve yürütülen birçok çalışma esasta bedel ödeyen genç kitlelerinin kriminalize edilmesinde ideolojik işlev görmektedir. Egemen sınıf ideolojisinin “bilim” kisvesi altında yayılmasının tipik bir örneğidir. Suça sürüklenen çocuk meselesi, ırkçı söylemlerin yükselişi ve Kürt gençliğine yönelen şoven saldırılar, birbirinden kopuk değil, tek bir gerçeğin parçalarıdır: emperyalist-kapitalist sistemin krizini yönetme çabası. Bu gerçek ancak sınıfsal mücadelenin temelinde yatar. Şovenizmin duvarlarını yıkmak özgürlük mücadelesinin esasıdır.