Emperyalist güçler arasındaki keskin rekabet her gün yeni bir gerilimi doğurmaktadır. Karadeniz’den Güney Amerika’ya, Hint-Pasifik’ten Orta Doğu’ya her bölgede emperyalizmin çıkarcı ve kâr amaçlı yarışı sahnelenmektedir. Silahlanma, yaptırımlar ve ekonomik kuşatmalarla emperyalistler sömürüyü derinleştirmeye devam etmekteler.
ABD emperyalizmi, bir yandan Orta Doğu’da istikrar sağlamaya çalışırken, diğer yandan Rusya ve Çin ile bağları olan ülkelere ültimatom vermekten geri durmamaktadır. Bu ekonomik yarışta kaybetmek istemeyen ABD, sahnede elindeki askerî, diplomatik ve ekonomik araçları aynı anda kullanarak çıkarlarını güvence altına almaya çalışmakta; rakiplerini dizginlemeye yetmeyeceğini hesaplamaktadır.
Orta Doğu’da istikrar yakalayamayan ABD emperyalizmi, çeşitli bahanelerle ülkelerin iç işlerine müdahale etmektedir. Bunun en yakın örneği, Venezuela sularında bir geminin uyuşturucu taşıdığı iddiasıyla vurulup batırılmasıdır. Resmî açıklamalara göre geminin vurulması, ABD’nin uluslararası uyuşturucu ticaretine yönelik bir darbe olarak sunulabilir; ancak vurulan yalnızca gemi değildir. Asıl hedef, Çin sosyal emperyalizminin Venezuela’ya uzanan stratejik kollarıdır. Bu açıklamaların ardında halktan gizlenen gerçekler vardır: Amaç uyuşturucu ticaretini önlemek değil, daralan hegemonya alanlarını yeniden şekillendirmek ve hegemonya dışı bölgelere doğrudan mesaj vermektir.
ABD’DEN YIĞINAK MADURO’DAN SİLAHLI KARŞILIK ÇIKIŞI
Trump’ın Temmuz ayında imzaladığı gizli talimatla bazı Latin Amerika uyuşturucu kartelleri “terör örgütü” ilan edildi; aynı dönemde Venezuela’daki bir suç grubunun da “terörist” kabul edildiği ve liderinin Maduro olduğu iddia edildi. Bunun üzerine Pentagon, gözetleme uçakları ve savaş gemilerinden oluşan bir filo kurarak operasyonlara başladı. ABD’nin 11 kişinin ölümüne yol açan saldırısının ardından, iki Venezuela F-16 savaş uçağı ABD’ye ait güdümlü füze destroyerini taciz etti ve gerilim tırmandı. ABD, buna karşılık Porto Riko’ya 10 adet F-35 savaş uçağı sevk etti.
Reuters’a konuşan bilgi sahibi iki kaynak, sevkiyatın Donald Trump’ın uyuşturucu ile mücadele taahhüdünün bir parçası olduğunu ve bölgedeki gerginliği artırmasının muhtemel olduğunu aktardı. Bölgede halihazırda yedi savaş gemisi ve bir nükleer denizaltı bulunuyor; bu birliklerde görevli 4 bin 500’den fazla denizci ve deniz piyadesi Porto Riko’nun güneyinde amfibi eğitimler ve uçuş operasyonları yürütüyor. Bu askerî yığınak, Washington’un “uyuşturucu baronu” olarak nitelendirdiği Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro üzerindeki baskıyı artırmayı hedefliyor. Maduro ise ABD’nin askerî hamlesini “son 100 yılın bölgedeki en büyük tehdidi” olarak nitelendirirken, saldırıya hedef olmaları halinde silahlı direnişle karşılık vereceklerini ve “maksimum askerî baskıya, maksimum savunma hazırlığı” yaptıklarını açıkladı.
UYUŞTURUCU BAHANE, ASIL MESAJ ÇİN’E
Saldırıyı “uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele” ile açıklayan ABD Venezuela’yı hedefe koymakla asıl hedefinin bölgedeki hegemonyası için adım atmak, önlem geliştirmek olduğunu duyurmaktadır. Uyuşturucu taşıyan gemi bunun için bir bahane sunmuş olabilir sadece. Çünkü geminin de geminin vurulduğu saha da Venezuela’nın sorumluluğundadır. Maduro’nun sözünü ettiği tehdit iddiası bu bakımdan yerindedir.
Venezuela, son yıllarda ABD yaptırımlarını aşmak için Çin ve Rusya ile enerji, savunma ve finans alanında sıkı ilişkiler kurdu. Çin’in Orinoco havzasındaki petrol projeleri ve Rusya’nın askerî teknoloji desteği, ABD açısından “arka bahçede” rakiplerin güçlenmesi anlamına geliyor. ABD’nin Venezuela sularındaki gemiyi vurması, bu ağlara doğrudan bir gözdağıdır, bu yolla “Latin Amerika bizim kontrol alanımızdır” mesajı verilmektedir. ABD’nin korkusu, Latin Amerika’daki hegemonya boşluğunun Çin sosyal emperyalizmi tarafından doldurulmasıdır. Bunun “haklı” bir kaygı olduğu ise şüphesizdir. Bu nedenle bu gemi olayını abartarak göze batan bir askerî yığınak yaptı. Porto Riko’ya F-35’lerin sevki ve nükleer denizaltıların bölgeye kaydırılması bu stratejinin parçasıdır.
Venezuela-Çin ilişkileri yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir öneme sahiptir. 2023’te iki ülke arasındaki ticaret hacmi 4,18 milyar dolara ulaşmıştır. Bunun 3,45 milyar doları, Çin’den Venezuela’ya makine, elektronik cihaz ve sanayi ekipmanı ihracatını oluşturmaktadır. Venezuela ise Çin’e ağırlıklı olarak ham petrol göndermektedir; 2024 yılında Çin’in Venezuela’dan yaptığı ham petrol ithalatı 728,6 milyon dolar olarak kaydedilmiştir. Bu, Venezuela’nın ham petrol ihracatının yüzde 90’ından fazlasının Çin tarafından alındığını göstermektedir. Böylece ABD’nin yaptırımlarla daraltmak istediği alan, Çin’in kendi çıkarları doğrultusunda doldurulmaktadır.
ABD’nin Karayipler’e savaş uçakları ve donanma yığmasının nedeni yalnızca Maduro yönetimini köşeye sıkıştırmak değil; Çin’in Venezuela’daki ekonomik varlığını sınırlamaktır. Çünkü bugün Venezuela’nın Orinoco havzasında Petrozamora ve Sinovensa gibi projeler Çin ile ortak yürütülmektedir. Çinli şirketler aynı zamanda göl ve kara sahalarında üretim tesisleri inşa etmektedir. Bu durum, ABD’nin “arka bahçesi” olarak gördüğü Latin Amerika’da kendi hegemonyası dışında yeni bir nüfuz alanının ortaya çıkması demektir.
Fakat Venezuela’nın bu ilişkilerden kazancı sınırlıdır. Çin kredileri ve yatırımları çoğunlukla petrol gelirlerine endekslenmiştir; yani Venezuela, Çin’e olan borcunu petrol varilleriyle ödemektedir. Böylece Venezuela bağımsızlaşmak bir yana, yalnızca ABD’nin zincirlerinden kurtulup Çin’in ekonomik zincirine takılmaktadır. 2025’in ilk yarısında ticaret hacmi, yaptırımlar ve lojistik sorunlar nedeniyle yüzde 12 gerilemiştir. Bu tablo, Venezuela’nın Çin’e yaslanarak emperyalizmden kurtulamayacağını, yalnızca emperyalistler arasında bir bağımlılık ilişkisi kurduğunu göstermektedir.
Emperyalizmin girdiği her alanı bir savaş arenasına dönüştürdüğü günlerden geçerken, bu tarz konumlanışlar emperyalistlerin ekonomik ve politik olarak ne denli sıkıştığını göstermektedir. Her kıtada yeni cepheler açmaları, askerî yığınaklar yapmaları, aslında güçten değil, zayıflıktan kaynaklanmaktadır. ABD, daralan hegemonya sınırlarını genişletmek için saldırganlaşırken; Çin ise ekonomik zincirlerle yeni bağımlılıklar yaratarak nüfuz alanını büyütmektedir. Bu tablo, emperyalist sistemin çözülmekte olduğunu ve halklara yeni acılar dışında hiçbir şey sunamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Tartışmalar ABD-Maduro arasındaki gerilim sarmalında sürerken, halkın ne koşullarda yaşamını sürdürdüğü göz ardı edilmektedir. Venezuela’da hiperenflasyon, kitlesel işsizlik ve gıda, ilaç ile elektrik gibi temel ihtiyaçların ciddi ölçüde kıtlığı nedeniyle insanî bir kriz yaşanmaktadır. Bir zamanlar Latin Amerika’nın en zengin ülkelerinden biri olan Venezuela ekonomisi, küresel petrol fiyatlarındaki keskin düşüş ve iç petrol üretimindeki gerilemenin ardından çökmüştür. Hükümetin bu zorlukları azaltmaktan uzak tepkisi ve temel sosyal hizmetleri sağlamadaki başarısızlığı, krizi daha da derinleştirmiştir. Aralık 2024 itibariyle 7,8 milyondan fazla kişi Venezuela’yı terk etmek zorunda kalmıştır.
Ülkedeki krizden ve siyasî iktidarsızlıktan faydalanmaya çalışan ABD, yeni saldırılar ve ekonomik yaptırımlarla bir yandan Maduro’yu zapturapt altına almaya çalışırken, diğer yandan Venezuela halkının yaşam standartlarını düşürmektedir. Venezuela yönetimi ise çareyi Çin’de aramaktadır. Ancak bu arayışlar halkın sefaletine çare bulmaktan ziyade yeni bir bağımlılığın kapısını aralamaktadır. Çin kredileri ve yatırımları, Venezuela’ya nefes aldırmak yerine ülkeyi borç sarmalına sokmakta ve petrol gelirlerini ipotek altına almaktadır. Çin’in Venezuela’ya uzattığı “yardım eli”, halkı özgürleştiren değil, tersine emperyalist zincirlerin biçimini değiştiren bir politikadır.
Böylece Venezuela halkı, bir yandan ABD yaptırımlarının yıkıcı etkisi, diğer yandan Maduro yönetiminin bağımlılığı sürdürmeye dayalı idaresi ve Çin sosyal emperyalizminin ekonomik zincirleri arasında sıkıştırılmıştır. Sonuç olarak, emperyalistler kendi çıkar hesaplarını yaparken en ağır bedeli ödeyen, açlık, yoksulluk ve göçle yaşamaya zorlanan Venezuela halkı olmaktadır.