“Barış süreci” görüşmelerinin başlaması ve Meclis çatısı altında tam hızla devam etmesiyle birlikte, siyasî tutsakların tahliye talepleri de kamuoyu tarafından dillendiriliyor ve gündeme getiriliyor. Türkiye hapishanelerinde binlerce siyasî tutsak bulunmaktadır. İleri sürülen “yeni çözüm süreci” ile birlikte özellikle tutsakların yakın çevresi olası bir buluşmayı beklemektedir. Hasta tutsaklar için gündeme gelen “tahliye umudu” ise hapishane koşullarının zorluğunu bir kez daha gösterdi. Tutsaklar ya hastalıklarıyla birlikte hapse girmekte ve yetersiz tedavi koşulları nedeniyle “ağır hasta tutsak” hâline gelmekte, ya da hapishane koşulları nedeniyle kısa süre içinde çeşitli hastalıklara yakalanmaktadır. Özellikle uzun süreli müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü tutsaklar ciddi sağlık sorunları yaşamaktadır.
KANUNLARIN SİYASÎ TERCİHİ: DEVRİMCİLER HAPİSTE
Hizbullah, İBDA-C ve Sivas Katliamı sanıkları gibi hükümlüler Cumhurbaşkanlığı kararıyla çeşitli gerekçelerle tahliye edilirken 80, 90 yaşındaki yaşamını tek başına idame ettiremeyen siyasî tutsaklar “toplum için tehlikeli” olduğu gerekçesiyle hapishanelerde tutulmaya devam ediyor. Kürt Ulusal Hareketi ile devlet arasında yapılan görüşmelerde KUH’un başlıca taleplerinden biri başta hasta tutsaklar olmak üzere tüm siyasî tutsakların tahliyesinin gerçekleştirilmesiydi. Ancak bırakalım tutsakların tahliye edilmesini, infaz süresi dolan tutsakların tahliyeleri, İdare ve Gözlem Kurulları (İGK) kararlarıyla ertelenmektedir. 2021 yılında yürürlüğe giren kanun maddesi ile oluşturulan İGK’ler adeta bir mahkeme gibi hareket ederek, cezası infaz edilmiş olan tutsakların tahliyelerini geciktirmekte veya tamamen engellemektedir. Siyasî tutsaklara verilen hapis cezasını yeterli bulmayan ve tutsakların hâlâ “ehlileştirilmediğini” iddia eden İGK, çoğu zaman tamamen sudan sebeplerle tahliyeleri engellemektedir.
Atılan ilk adımlar, yapılan ilk açıklamalar ve görüşmelerden sonra hasta tutsaklar için harekete geçildiğinde hapishane idarelerinin de bu yönde görevlendirildiği anlaşılmış, kimi hasta tutsaklar doğrudan Adli Tıp Kurumu’na sevk edilmişlerdi. Bununla birlikte yakınları avukatları aracılığıyla hasta tutsakların Adli Tıp Kurumuna sevk edilmesi için harekete geçtiler. Oysa uzun bir zamandır ATK’lerin meslek etiğinden uzak doktorlar tarafından yönetildiği bilinmekte ve tutsaklar için ATK sevkleri çok gereksiz ve hatta zorlayıcı bir yolculuk olarak anılmaktaydı. Çoğu, uzun süredir hapishanede bulunan tutsaklar için bu sevkler, aslında bütün diğer sevklerde olduğu gibi —ama kesinlikle bunlardan biraz daha zorlu— bir işkence haline dönüşmüş durumda. Her kentte ATK bulunmaması nedeniyle hasta tutsaklar ringlerle sıcak havada uzun yolculuklara maruz kalıyor. Hasta tutsaklar Adli Tıp Kurumunda da doktorların ilgisiz davrandığını kâğıt üstünde işlem yaptığını ifade ediyor. Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü hasta tutsaklar için doktorlar “İnfaz süreniz ölene kadar, bu raporlar bir şeyi değiştirmez” ifadelerini pervasızca kullanabilmekte. Bütün sonuçlar da bu düşüncelerin uygulamakta olduğunu gösteriyor. Hepsi için “hapishane koşullarında tedavisi mümkün” kararları alınıyor ve tahliye hakları gasbediliyor.
Ağırlaştırılmış müebbet mahpusların hapishane koşulları, diğer tutsaklardan nitelik olarak ayrışmaktadır. Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü siyasî tutsakların infaz süresi “ölünceye” kadar sürer. Bu nedenle ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri için ayrı bir infaz düzenlemesinin hayata geçirilmesi, yıllardır gündemde olan bir konudur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre her tutsağın bir “umut hakkı” bulunmalıdır. Türkiye’de ise “vatanı bölmek” veya “anayasal düzeni silah zoruyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan bir tutsak, kanun gereği ömrü boyunca hapisten çıkamaz. Oysa Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına tabidir ve AİHM’in “her tutsağın bir gün tahliye olma ihtimali olmalıdır” anlayışına dayanan “umut hakkı” ilkesini kendi kanunlarında düzenlemek zorundadır. Attığı imza ile bu yükümlülüğü taşımasına rağmen, Türkiye devleti bu yönde hiçbir adım atmamıştır. İdamı kaldırmakla bolca övünen devlet, “ölene kadar hapis” cezasından vazgeçememektedir.
TUTUKLU VE HÜKÜMLÜ SAYISI YARIM MİLYONA YAKLAŞIYOR
Türkiye hapishanelerinde 7 Nisan 2025 tarihi itibarıyla 395 açık ve kapalı ceza infaz kurumunda 403.060 tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Bu tutukluların en az bin 412’si hasta tutsak kategorisinde; bunlardan en az 335’i ise ağır hasta tutsak olarak sınıflandırılmıştır. Hasta tutsaklar, “yüksek güvenlikli” olarak nitelendirilen F Tipi, Y Tipi ve S Tipi hapishanelerde ölümle burun buruna yaşamaktadır. Tek kişilik hücrelerde, 6 metrekarelik alanlarda en az 22 saat geçiren tutsakların birçok hakkı gasbedilmektedir. Mevcut yasal düzenlemeler ve “af” talepleri bir yana, tutsakların mevcut hakları da tırpanlanmaktadır. T Tipi ve F Tipi hapishanelerde bulunan tutuklular, S ve Y tipi hapishanelere sürgün edilmekte ve Y tiplerinde tamamen tecrit koşullarında tek kişilik hücrelere konulmaktadır. Kuyu biçimli bu hapishanelerde tutsaklar, tecrit içerisinde daha da derin bir tecrit yaşamaktadır. Başka bir bölümde yalnızca 1 saat havalandırmaya çıkarılan tutsaklar, dikey mimari ile üst üste üç hücrede kalmaktadır; en alt hücredeki tutsak neredeyse hiç güneş ışığı görememektedir.
“UMUT HAKKI” KOMİSYONDA
Güneş ışığına hasret bırakılan siyasî tutsaklar için, bugünlerde Meclis’te kurulan ve her partinin farklı bir anlam yüklediği komisyonda çeşitli öneriler gündeme getirilmektedir. Hapishanelerdeki kapasite fazlalığını dile getiren iktidar ortağı MHP, yeni infaz yasası talebinde bulunmuştur. DEM Parti öncelikli olarak tüm hasta tutsakların tahliyesini önerirken, CHP ise AYM ve AİHM kararlarına uyularak siyasî tutsakların, belediye başkanlarının ve “Cumhurbaşkanına hakaret”ten hüküm giyenlerin tahliyesini talep etmektedir. MHP, devletin taleplerini açıkça dile getirirken, hükümetin ana bileşeni AKP kanadından “yumuşama” veya “demokratikleşme”ye dair hiçbir söz çıkmamaktadır. AKP kanadı sürekli olarak “terör” demagojisi üzerinden kitleleri manipüle etmeye çalışmaktadır. AKP’nin bu konudaki sessizliği ve aşırı ketum tavrı ve süreçte KUH cephesinden atılan adımlara yanıt vermemesi, sürecin nasıl noktalanacağını belirsizleştirmektedir. KUH’un fesih açıklaması ve silahları yakması karşılığında devlet yalnızca Öcalan üzerindeki tecridi, kısmi olarak kaldırmıştır; bunun dışında pratikte atılan herhangi bir adım yoktur. KUH cephesinden çeşitli talepler (Öcalan’ın fizikî özgürlüğü, anayasal güvence) dile getirilse de, PKK lideri Abdullah Öcalan bu taleplerin hiçbirinin olmadığını belirtmiştir.
Siyasî tutsakların, hasta tutsakların tahliyesi gibi elzem bir konu sadece komisyonun insafına bırakılacak bir konu değildir. Siyasî tutsakların özgürlüğü devrimci mücadelenin ana taleplerinden biridir. Bu talebi yaşamın her alanında haykırmak herkesin görevidir. Devletin bekasını düşünen bu faşist partiler çıkarları doğrultusunda bu konuya yaklaşacaklardır. Onları bu gündemi tartışmaya iten de yine halkın gücü olmuştur. “Umut hakkı”nı yaşama geçirecek olan da hasta tutsakları zulüm duvarlarının arasından çekip alacak olan da halkın örgütlü mücadelesi olacaktır.