21 Aralık, Pazar
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler
Yeni Demokrasi Gazetesi
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle

Anasayfa » Tarihte “Anaerkil” Topluluklar Gerçekten Var Mıydı?

Tarihte “Anaerkil” Topluluklar Gerçekten Var Mıydı?

26 Ekim 2025
içinde BİLİM, Yazılar
Facebook'ta PaylaşX'te PaylaşWhatsappTelegram
Google Haberler Google Haberler Google Haberler
ADVERTISEMENT

Genel kanının aksine, toplum içerisinde erkeğin cinsiyet iktidarı ezelden beri var olan bir olgu değildir. İnsan toplumunun belirli dönemlerinde, kadınların yaşamda görece daha baskın bir konumda bulunduğu evrelerin varlığı da bilinmektedir. Bu durum yalnızca günümüzde sınırlı biçimde varlığını sürdüren izole topluluklara özgü değildir, geçmişte daha yaygın biçimde gözlemlenebilmiştir.

İnsan türünün topluluk halinde yaşıyor olması ve bu toplulukların biçimi, esasen mevcut toplumsal işleyişe ve ihtiyaçlara göre şekillenmiştir. İnsanın evrimsel süreci boyunca, tek başına yaşam karşısında dezavantajlı durumda oluşu onu topluluklar halinde yaşamaya zorlamıştır. Bu zorunluluk, zamanla insanın tüm yapısının ve tür özelliklerinin sosyal yaşamdan bağımsız değerlendirilemeyecek aşamalara ulaşmasına yol açmıştır. Ancak toplumsal yapı değişkendir; üretim biçimleri ve ilişkilerindeki dönüşüme paralel olarak topluluk ilişkileri de değişmiştir.

Primat atalarının fiziksel bazı dezavantajlarını kapatmak amacıyla topluluk halinde yaşadıkları ve bu yapıyı milyonlarca yıl boyunca sürdürdükleri bilinmektedir. İnsanlığın en erken dönemlerinde de ortak yaşam topluluk temeline dayanıyordu. Bu ilkel ortak yaşam içerisinde bugünkü anlamıyla bir aileden söz etmek mümkün değildi. Klan ya da kabilenin tümü, akrabalık ilişkileri içerisinde bir “aile” işlevi görmekteydi. Böylesi bir durumda tek eşlilik, topluluk halinde yaşamla çelişmekte ve böyle bir aile yapısına dair herhangi bir işaret de bulunmamaktadır. Geçerli görülen en uygun teori, ilkel dönemlerde insanların çok eşli bir yapı içerisinde oldukları ve toplulukların sınırlanmamış birliktelikler yoluyla varlıklarını sürdürdükleridir.

Bu çerçevede, baba-soylu bir toplumsal yapıdan söz etmek de mümkün değildir. Zira birlikteliklerin sınırsız biçimde gelişmesi, soyun belirlenmesini sorunlu hale getirmektedir.

Anasoyluluk veya Anaerki Nedir?

Bir kadın ya da birden fazla kadın ile birden fazla erkek arasındaki ilişkilerde, çocuğun kime ait olduğunun belirlenmesi ancak anne üzerinden mümkündü. Babanın kim olduğunun belirsiz, annenin ise kesin olarak bilinebilir olması, toplulukları doğal olarak ana soylu bir yapıya yöneltmiştir.

Anasoylu topluluk, yalnızca soyun belirlenmesi değil; mirasın (elbette daha çok kültürel mirasın) aktarılması, topluluk içindeki statünün düzenlenmesi ve yaşamın örgütlenmesinde de kadının referans alınması anlamına gelir. Bu nedenle Neolitik dönem ve öncesindeki ilkel toplulukların önemli bir kısmının anasoylu olduğu düşünülmektedir. Neslin devamı gibi, topluluğun en temel amaçlarından biri büyük ölçüde kadın üzerinden tanımlanıyordu. Doğurganlığı sayesinde soyun sürekliliğini sağlayan kadın, toplumsal yaşamda hem geleceğin hem de bereketin temsilcisi olarak görülmekteydi.

Dolayısıyla anasoyluluk, insan toplumunun en eski örgütlenme biçimlerinden biri olurken, erkek merkezli toplulukların ise yaklaşık M.Ö. 6 dolayında, yani Neolitik dönemin sonlarında ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Bu bir rastlantı değildir; çünkü bu dönem, insan topluluklarının yerleşik yaşama geçtiği ve tarımın yaygınlaştığı sürece denk gelmektedir. Anasoylu toplumun ise bu tarihe kadar baskın yapı olarak varlığını sürdürdüğü kabul edilmektedir. Bu dönemlere dair yapılan arkeolojik kazılarda, ölü gömme ritüelleri ve sosyal-kültürel izlerde ayrıcalıklı bir erkek figürüne rastlanmamış olması da bu görüşü destekler. Bununla birlikte, özellikle Göbeklitepe’deki bulgularda belirgin biçimde sembolleşmiş olan penis çizimleri erkeğin bir güç simgesi olarak ve aynı zamanda üreme ve doğurganlıkla ilişkili olarak konu edildiğini gösterir. Bu çizimlerden hareketle “ataerkil”den söz edilemez elbette. Bu, sadece anasoyluluğa atfedilen abartılı yorumların yanlış ya da en azından tartışmalı olduğuna işaret eder.  

İlkel toplulukların ilah anlayışları da bu çerçevede şekillenmiştir. Yaklaşık 8 bin–10 bin yıl önce Neolitik yaşama ev sahipliği yapmış Çatalhöyük’te bulunan buluntular, bu tür bir toplumsal yapının varlığına işaret eder. Kazı alanlarında ortaya çıkarılan ana tanrıça heykelcikleri, toplulukların kadın figürü etrafında şekillenen bir inanç sistemi geliştirdiğini göstermektedir. Anasoylu bir yapının ürünü olarak en yüce ilah kadın biçiminde tasvir edilmiştir. Bu tanrıçaların iri ve heybetli betimlenmesi bereket ve doğurganlığı simgelerken yanındaki aslan figürleri de kadının tabiat üzerindeki etkinliğini ve hâkimiyetini simgeler. Yani bu dönemin toplumsal düzeninde kadın, hem toplumun devamında hem de insanın doğaya müdahalesinde belirleyici bir konumda bulunmaktaydı.

Benzer bir kültür, aynı dönemlerde yaşamış diğer toplulukların mitolojilerinde de izlenebilmektedir. Sümerlerdeki İştar ya da Kybele benzeri tanrıçalar, aynı rolü üstlenmiş ve benzer özelliklerle tasvir edilmiştir. Böylece, ilkel topluluklardan miras alınan bir biçimde, üretim, bereket ve neslin devamı kadının simgesiyle özdeşleştirilmiş; anasoylu toplum yapısı kültür ve dine güçlü bir biçimde yansımıştır.

Anasoylu Toplumdan Ataerkiye Nasıl Geçildi?

Tarımın ve yerleşik hayatın ortaya çıkışı, aynı zamanda özel mülkiyetin doğuşunu da beraberinde getirmiştir. Tarımsal üretim, gelişmiş araçlara duyduğu ihtiyaç nedeniyle, bu araçların mülkiyeti sorununu gündeme taşımıştır. Arkeolojik bulgularla da desteklenen en tutarlı yaklaşıma göre, bu döneme kadar doğurganlığı ve neslin devamlılığı üzerinden toplumsal yaşamda belirleyici bir konumda olan kadın, tarımsal iş bölümünde giderek daha az yer alabildiği için toplumsal pozisyonunu kaybetmeye başlamıştır.

Aynı zamanda bu dönem, tarımsal üretimin geliştirilmesi amacıyla hayvanların evcilleştirildiği bir evreye de denk düşmektedir. Tarım ve hayvancılığın gelişmesi, yerleşik hayatı zorunlu hale getirmiştir. Doğurganlığı nedeniyle üretime aralıklarla katılabilen ve tarımsal iş bölümünde erkekten daha az rol üstlenebilen kadın, bu süreçte geriye itilmiştir. Buna karşılık erkek, hem üretim araçlarının mülkiyetini hem de üretilen ürünler üzerindeki denetimi ele geçirmiştir.

Bu dönüşüm, erkeğin kadının cinsel yaşamını kısıtlama hakkını kendinde görmesine, kadının giderek köleleştirilmesine ve onun üzerinde iktidar kurmasına zemin hazırlamıştır.

Bu dönemden önce de bitki ve hayvanların kısmi olarak evcilleştirilmesi söz konusuydu. Ancak bunların sistematik bir tarımsal faaliyete dönüşerek yerleşik yaşama geçmesi oldukça uzun bir süreç gerektirmiştir. Kadının doğurganlığı, tamamen üretimden dışlanmasına yol açmamış; aksine kadınlar üretim faaliyetinin her zaman bir parçası olmuştur.

Ataerkinin doğuşu, kadının üretimde artık köleleştirilmiş bir konuma itilmesinin kapısını açmıştır. Sosyal ve kültürel yaşam da bu dönüşümle birlikte önemli değişiklikler geçirmiştir. Doğa üzerindeki hâkimiyetin ve bereketin sembolü olan ana tanrıçaların yerini, Yunan mitolojisinde olduğu gibi aile ve kıskançlık kavramlarıyla ilişkilendirilen ana tanrıçalar almıştır. Erkeğin mirasını kendi çocuklarına aktarımını güvence altına almak için kadının iffet ve namus üzerinden denetimi sağlanmış, ahlak bugünkü biçimine yakın bir dönüşüm geçirmiş ve mülkiyetin korunmasını amaçlayan “aile” kurumu ortaya çıkmıştır.

Tarımsal üretimin giderek daha fazla insan gücüne ihtiyaç duyması, daha fazla çocuğa sahip olmayı zorunlu kılmış; kadın üretimde daha tali bir role itilmiştir. Çocukların bakımı ve yetiştirilmesi, hayvanların bakımının yanı sıra tarımda son anına kadar kölece çalışma, kadının sıradan yaşamı haline gelmiştir. Öyle bir durum oluşmuştur ki, Aristoteles, kadını ve çocukları yönetme biçimini açıklarken şunları ifade etmiştir:

“Kadın eksik bir erkektir…. Ruhun düşünme yetisi kölede hiç yoktur, kadında vardır ama işlemez, çocukta ise henüz gelişmemiştir. Örneğin erdemden hepsi pay alır ama payları aynı ölçüde değildir; biri yönetenin, diğeri yönetilenin erdemidir. Nicelik değil nitelik farkı vardır. Susmak kadının şanındandır, oysa erkek için böyle değildir. Özgür bir ev halkının yönetimi monarşidir, çünkü her evin bir tek yöneticisi vardır. Bir adamın karısı üzerindeki yönetimi, devlet adamının yönetimi gibidir. Çocukları üzerindeki yönetimi ise bir kralın yönetimi gibidir; kralca bir yönetimdir.”

Görüldüğü üzere, ataerkil toplum kadını tamamen köleleştirme temeli üzerine kurulmuş ve kısa sürede egemen bir yapı haline gelmiştir.

Anasoylu Toplumlar Tamamen Ortadan Kalktı mı?

Her ne kadar ataerkinin insan toplumunda hâkim hale geldiği görülse de, anasoylu toplumlar hâlâ varlığını sürdürmektedir. Ancak bu topluluklar izole ve küçük gruplar halindedir. Bu grupların incelenmesi, anarşi ve ataerki tartışmalarına ışık tutması açısından önemlidir.

Bu topluluklardan en çok örnek gösterilen ve detaylı olarak incelenen, Sumatra Adası’nda yaşayan Minangkabau topluluğudur. Bu topluluğun “anaerkil” olarak tanımlanmasında esas alınan üç faktör vardır: miras, soy ve evlilik olgularında kadınların belirleyici rol oynaması. Ancak bu olgular anarşi değil, anasoyluluğu işaret etmektedir. Minangkabau topluluğunun kökeni 12. yüzyıla kadar uzanmakta ve ekonomik faaliyetleri bu kültürün devamına engel teşkil etmediği için varlığını sürdürebilmektedir.

Ataerki ise oldukça farklı bir olgudur. Ataerki, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yaşamın tüm alanlarında erkek cinsiyetinin hâkimiyetini tanımlar. Bu nedenle, anasoylu toplum yapısı, anarşi olarak adlandırılarak ataerkinin zıttı biçimde betimlenemez. Anarşi, yalnızca erkeğin tamamen köleleştirildiği ve kadının mutlak hâkimiyeti altında tutulduğu bir toplumsal yapıda mümkün olabilirdi. Ancak tarih sahnesinde böyle bir anaerkil toplum var olmamıştır. Çünkü cinsiyet sorunu, özel mülkiyetle doğrudan bağlantılıdır ve özel mülkiyet ortaya çıktığı andan itibaren erkek cinsiyetinin elindedir.

Bu durum, günümüzde kadınların ekonomik hayatta daha fazla yer alabilmesi için de geçerlidir. Bir kadının geçmişte monarşinin başına gelebilmesi veya günümüzde büyük tekellerin üst düzey yönetimine ya da siyasi iktidara gelmesi, sistemin ataerkil yapısının ortadan kalktığı anlamına gelmez. Kadınların yöneticilik pozisyonunda bulunması, ataerkil sistemin devamlılığına hizmet etmeyecek bir değişiklik yaratmaz; sistem bir anda anaerkil bir yapıya dönüşmez. Başından beri ataerki varlığını sürdürmekte, kadınların yaşamda ve toplumsal yönlendirmede daha fazla yer tutmaları ise bu durumu değiştirmemektedir.

Anasoylu Toplum Barışçıl Bir Toplum mudur?

Kimi tartışmalarda, anasoylu toplumların barışçıl ve eşitlikçi yapısına vurgu yapılarak, anarşi bir çözüm olarak sunulmaktadır. Buradaki temel sorun, anarşi ve anasoyluluğun aynı şey olarak kabul edilmesidir. Anasoylu toplumların barışçıl ve eşitlikçi görünmesinin, ya da bariz bir cinsiyet eşitsizliği izi taşımamasının nedeni, kadınların bu dönemdeki rolü değildir. Cinsiyet eşitsizliğinin temel kaynağı, özel mülkiyetin ortaya çıkması ve bu mülkiyet üzerinde bir cinsin tahakküm geliştirmesidir. Dolayısıyla, kadınların özel mülkiyete hâkim olduğu bir senaryoda da benzer eşitsizliklerin ortaya çıkması mümkündür.

Özetle, anasoyluluk ve anarşi birbirinden farklı olgulardır ve hiçbir şekilde eşitsizliğin çözüm kapısı olarak gösterilemezler. Anasoylu toplumlarda cinsiyet eşitsizliği gözlemlenmemesinin nedeni, özel mülkiyetin kimin elinde olduğu sorununun henüz gündeme gelmemiş olmasıdır. Bu durum, baba-soylu topluluklar için de geçerlidir. Öte yandan anarşi, cinsiyet eşitsizliğinin oluşabileceği ve ataerkiyle aynı sonuçları doğurabilecek bir sistemi tanımlar; tarihsel olarak görülmemiş olsa bile bu mümkündür.

Cinsiyet eşitsizliğinin kaynağı, özel mülkiyetin hangi cinsiyetin elinde bulunduğuna bağlıdır. Cinsiyet sorununu, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasından bağımsız bir şekilde tartışmak ise geçerli bir çözüm sunmaz. Kadının, erkeğin veya başka bir cinsiyetin özel mülkiyet üzerindeki hâkimiyeti, zorunlu olarak cinsiyet sorununu ve eşitsizliği ortaya çıkaracaktır. Barışçıl ve eşitlikçi bir toplum ancak özel mülkiyetin kaldırılmasıyla mümkün olabilir.

Tags: anaerkiltopluluk
ShareTweetSendShareScanSend
Önceki Yazı

Serkan Onur Yılmaz ölüm orucunun 350. gününde

Sonraki Yazı

İsrail’den Güney Lübnan’a hava saldırıları

Related Posts

Yazılar

Yoksulların Sofrasındaki Görünmez Şiddet Düzenin Zehridir

21 Aralık 2025
BİLİM

Düzenin Sınırları ve Düzensizliğin Sürekliliği!

17 Aralık 2025
KOLEKTİF DOĞRULTU

Dogmalar ve Devrim: “Dogmatik Sol” Eleştirilerine Yanıt

15 Aralık 2025
Kadın

Kadınlar En Yakıcı Talepleriyle Sokağa Çıktı

14 Aralık 2025
Güncel

Sürdürülebilir Sefaletin Bütçesi İradesiz Mecliste

13 Aralık 2025
Emek

Tekstil Krizi Şaşırtıcı Mı?

11 Aralık 2025
Sonraki Yazı

İsrail'den Güney Lübnan'a hava saldırıları

Hakkımızda

Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi; işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: yenidemokrasigazetesi@gmail.com

2024 Yeni Demokrasi – Yeni Demokrasi’de yer alan yazı, fotoğraf ve haberler kaynak gösterilmek şartıyla kullanılabilir.
Yeni Demokrasi | işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen ulus ve milliyetlerin, geleceksiz bırakılan gençliğin, devrimci tutsakların ve devrimci basının sesidir.

İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz: yenidemokrasigazetesi@gmail.com

  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
  • Tüm Haberler

Sonuç yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güncel
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Kadın
  • Gençlik
  • Çevre
  • Kültür Sanat
  • Yazılar
    • ANALİZ
    • ANI – ANLATI
    • BİLİM
    • ÇEVİRİ
    • İZLENİM
    • KADIN
    • KOLEKTİF DOĞRULTU
    • MAKALE
    • MEŞA AZADÎ
    • POLİTİK – GÜNDEM
    • TARİHSEL BELLEK
  • Tüm Haberler

Copyleft 2020, dizayn yeni demokrasi
İletişim ve haber göndermek için e-posta adresimiz:yenidemokrasigazetesi@gmail.com